Bugun...


Sadrazamımıza da Sahip Çıktılar
Vahan Altıparmak adlı bir Ermeni yazar Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın Ermeni asıllı olduğunu iddia etti.

facebook-paylas
Tarih: 31-10-2017 07:14
Sadrazamımıza da Sahip Çıktılar

Lale Devrinin mimarı büyük devlet adamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, bir blog yazarına göre Ermeni imiş. "http://hyetert.blogspot.nl/" adlı blog sitesinde yayınlanan Vahan Altıparmak imzalı bir yazıda Nevşehirli Osmanlı Sadrazamının bir Ermeni dönme olduğu iddia edildi.

Yazıda Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın hayatını ve yaptığı işleri anlatan yazar, "Ermeni Bir Helvacıdan Osmanlıya Sadrazam Olursa" başlıklı yazısında onun Ermenileri koruduğunu ve o zamanki Patronalı isyancılarının iftirasını yabancı bir yazara dayandırarak sünnetsiz olduğunu ileri sürüyor.

Yazının tamamını hemen aşağıda okuyabilirsiniz:

"Ermeni Bir Helvacıdan Osmanlıya Sadrazam Olursa

Osmanlı İmparatorluğu’nun 130. sadrazamı, Ermeni asıllı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Ürgüp’ün Muşkara (Nevşehir) köyünde, 1660 yılında doğdu. İbrahim Paşa, Hıristiyan veya devşirme öğrencilerin eğitim gördüğü Enderun-i Hümayun'dan, yani Osmanlı saray okulundan yetişen sadrazamların on üçüncüsüdür. Zeytun’dan devşirilerek İstanbul’a getirilip daha sonar, Osmanlı tarihine altın sayfalar bağışlayan Yeniçeri Kaptan-ı Derya Halil Paşa, Sadrazam Süleyman Paşa gibi sadrazamlığa yükselen birçok Ermeni’den biriydi. 1855 yılında Paris’te basılan Alfonse d’Lamartin’in Osmanlı tarihine yönelik tarih çalışması İbrahim Paşa’nın Ermeni olduğuna dair en güzel kanıttır.

İbrahim Paşa genç yaşta iş bulmak için Muşkara’dan İstanbul’a geldiğinde, eski saray katibi olan akrabası Mustafa Efendi’nin tavsiyeleriyle 28 yaşında saray helvacısı olarak saraya girer. Uzun süre helvacı olarak çalışdıktan sonra “baltacı ocağına” yazılır ve baltacı (sultan’ı koruyan mızraklı asker) olur. Ardından aldığı yüksek eğitimden dolayı ilk önce Darussaade ağasının yazıcı halifesi, 1703 tarihinde de, Darussaade ağası yazıcılığına getirilir.

1703 senesi aynı zamanda İbrahim Paşa’nın yakın dostu III. Ahmed’in Osmanlı tahtına çıktığı senedir. III. Ahmed kendisinden önce çıkan bir fermanla sultan ailesinde kardeş ölümlerine son verildiğinden, diğer şehzadelere göre daha rahat büyümüş, değerli hocaların elinden yüksek eğitim almış idi. kitap okumayı, şiiri, müziği sever aynı zamanda hattat ve şair idi. Batı, özelikle Fransız kültürüne yakın, modern bir insan idi. Uzun süre İbrahim Paşa ile dostluğu olmuş ve kendisine çok güvenirdi. Kendisiyle aynı zevkleri paylaştığı için III. Ahmed, Beşiktaş Çırağan mevkiinde Mevlevihane'ye bitişik olan İbrahim Paşa’nın konağına sık sık gelip eğlenirdi.

Devrin sadrazamı Silahtar Ali Paşa, III. Ahmed’in, 1704 doğumlu Emettullah Kadı’dan olma Fatma Sultan ile henüz 5 yaşındayken göstermelik olarak evlendikten sonrada sadrazam olur. Ali Paşa’da İbrahim Paşa gibi Enderun okulundan mezun olmuş bir Hıristiyan idi. Hıristiyan toplumunun en başarılı öğrencileri seçilir, bu öğrenciler imparatorluğun çeşitli saraylarında elemeden geçirilir daha sonar İstanbul Topkapı Sarayında bulunan merkez okulda getirilip, yüksek eğitime tabii tutulurlardı. Bu okuldan mezun olan Hıristiyan gençler daha sonar çeşitli görevlerde kullanılırlardı. Silahtar Ali Paşa Enderun okulunu bitirdikten sonra sadrazamlığa yükselip, kazandığı zaferler ve imparatorluk lehine yaptığı antlaşmalar ile çok başarılı bir sadrazam idi.

Silahtar Ali Paşa, 1715 yılında zaferle sonuçlanan Mora Seferine İbrahim Paşa’yı yanında gardiyan olarak götürüp savaştan sonar “Tahiri” (katip/muhasebeci) tayin etmişti. Bu seferden hemen sonra 1716 yılında, Petrovaradin Muharebesi’ne  katılan İbrahim Paşa  savaşın başlarında ön cephede savaşan Silahtar Ali Paşa hayatını kayıp edince, orduyu dağılmaktan kurtarır ve Edirne’ye getirir. Yenilgiyi ve Ali Paşa’nın ölümünü III. Ahmet’e kendi bildirir. III. Ahmed çok güvendiği İbrahim Paşayı geri göndermeyerek Ruznameci Başı (Muhasebeci başı), bir kaç gün sonra da 3 Ekim 1716'da Sadaret Kaymakamı (Sadrazam yardımcısı) olarak atar. Sadrazam Ali Paşa’nın ölümünden sonar sadrazamlığa getirilmek istenen İbrahim Paşa Sadaret Kaymakamı olarak kalmak ister ve bu göreve geçici olarak yine Kayserili Ermeni bir devşirme olan Tevkili Nişancı Mehmet Paşa’yı önerir. İbrahim Paşa Sadrazam Ali Paşa’nın dul kalmış bulunan zevcesi Fatma Sultan'la 1717'de evlenince, Mayıs 1718’de sadrazamlığı devir alır.

“İbrahim Paşa devlet işlerinde vukuflu, düşünceli, kiyaset sahibi, mutedil, kadirşinas, kabiliyetli insanların kadrini bilen bir hükümet reisi idi. Padişahın en yüksek teveccühünü (sevgi ve yakınlık) kazanmakla ve bütün işleri eline almakla şımarmamış, kendisine fenalık yapmış olanlara dahi yardım elini uzatarak onları utandırmıştır.”

Reformlar

Osmanlının eski gücü kalmamış, Avrupa ise Rönesans Devrine gireli neredeyse 300 sene olmuştu. Rönesans ile başlayan ilerlemeler Avrupa Ülkelerini ticari yönden daha güçlü yaparken, Avrupa Orduları’nın sipahi ve topçu birliklerine artık Osmanlı Ordusu karşı koymakta zorlanıyordu. Sadrazam İbrahim Paşa durumu yapılan son savaşlarda bizzat görmüş özelikle Sadrazam Ali Paşa’nın ölümü ile sonuçlanan Petrovaradin Muharebesi’nden sonra Osmanlı Ordusu’nun artık eski gücü kalmadığını derhal barış yapılmasını önerir. 21 Temmuz 1718’de Avusturyalılar ile Pasarofca antlaşması imzalanıp,Venedikliler ile ateşkes ilan edilir. İbrahim Paşa, Rusya Çarı Büyük Petro’ya yolladığı bir delegeyle Osmanlı’nın Rusya ile barış yapmak istediğini ve asla Rusya-İsveç savaşına karışmayacağına dair güvence verir.  İlk Osmanlı heyetleri Paris, Londra, Venedik ve Moskova’ya yollanır. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde delegeler İstanbul’a davet edip, Avrupa Halklarıyla ilk kez yakınlaşma sağlanır. Yapılan barış antlaşmalar ile Avrupa kıtasında yüzyıllardır süregelen savaş ortamına son verilmiş, oluşturulan genel barış ortamında devlet bir huzur dönemine girmişti.

İbrahim Paşa, zevcesi Fatma Sultan ve Sultan III. Ahmet kitapı çok severlerdi. Özelikle İbrahim Paşa sürekli kitap okur ve yabancı eserleri Osmanlı Türkçesi’ne çevirtirdi. Bu devirde, Yahudi ve Ermeni Toplumları’nın birer matbaası olduğu halde, hükümdarlığın kendi matbaası henüz yok idi. İbrahim Paşa’nın emriyle ilk Osmanlı Matbaası, icadından 280 sene sonra Macaristanlı devşirme İbrahim Müteferrika tarafından Avrupa'dan getirtilir. Daha önce Yahudi matbaası ilk çalışmış olan Müteferrika’nın çabaları ile ilk kitap 1729 yılının Ocak ayında İstanbul’da basılır (Vankulu Lügatı). Avrupa’dan getirtilen önemli kitaplar ilk kez Osmanlı Türkçesi’ne çevrilip, öğrencilerin eğitiminde kullanılmış. İbrahim Paşanın emriyle ayrıca Doğu kültürünün klasik eserleri de ilk kez Türkçe'ye çevrildi. Bu kitapların birçoğu halk kütüphanelerinde halkın okuması için de mevcut kılınmış. İstanbul’un çeşitli yerlerine bu yıllarda kurulan kütüphaneler örneklerinin en güzellerindendir. Zevcesi Fatma Sultanla beraber İstanbul'da Şehzade Camii yakınlarında yaptırdıkları Darülhadis (dershane) talebeler mahsus odalar, sebil ve kütüphane kompleksinin 4.000 kitabı bulunuyordu. Sadrazamlığının ilk başlarında nadide kitapların yabancılar tarafından ucuza fiyata satın alındığını öğrenen İbrahim Paşa, bu değerli kitapların yurt dışına çıkışını da yasaklamıştı.

İbrahim Paşa Osmanlı’da ilk ticari müesseseleri kuran kişidir. Yaratılan huzur ortamı sayesinde yabancıların Osmanlı şehirlerine daha güvenli bir biçimde gelmelerine olanak sağlanmıştı. Osmanlı ticaretinin merkezi olan Kapalı Çarşı, Mahmut Paşa yokuşu ve Mısır Çarşısı bu dönemde yeniden düzenlenir. Kapalı Çarşı etrafına esnafın dışarı şehirlerden mallarıyla gelip konaklayabilecekleri birbirinden zarif ufak hanlar yapılır. Ayrıca İstanbul'da bir çini fabrikası ve çulha fabrikasının yanı sıra, iplik ve halı dokuma atölyeleri, Yalova’da bir kağıt fabrikası kurulur. İstanbul’da Yeniçeri Ocaklarından tulumbacı adı verilen ilk yangın söndürme ekipleri kurulur, ilk çiçek aşısı İstanbul’a getirtilir, Anadolu’dan binlerce işci yapılmakta olan yüzlerce yalının yapımında çalıştırılmak üzere İstanbul’a getirtilir.

İbrahim Paşa’nın doğduğu yer olan Ürgüp’ün Muşkara köyü birkaç hanelik ufak bir Anadolu köyü iken, yapılan büyütme çalışmaları ile binlerce kişinin yaşadığı büyük bir şehir halini alır. Muşkara’ya iki camii, bir medrese ve fakir talebesiyle fakir halk için imarethane, kütüphane, hamam, çeşmeler ve okullar, Şadirvanlar, kervansaray ve hanlar yapıldı. Muşkara’nın adı değiştirilerek Farsça’da “yeni şehir” anlamına gelen Nevşehir ismi konuldu. Nevşehir’in merkezinde bulunan, Damat İbrahim Paşa Külliyesinde bulunan kütüphanede 9 binden fazla el yazması koleksiyon içinde, İbrahim Paşa'nın hediye ettiği 187 cilt kitaplar en değerli Osmanlı el yazması kitaplardandır. Zamanının ünlü müderrislerinin ders verdiği önemli bir eğitim kurumu olan medresenin yapım tarihi 1726'dır. Kurşunlu Camii ise İbrahim Paşa’nın Nevşehir'de yaptırdığı en büyük eser idi.

Lale Devri

Osmanlı İmparatorluğu Rusya ve birçok Avrupa ülkesi ile savaş halindeyken bile, Fransa ile yakın diplomatik ve ticari ilişkiler içerisinde idi. Fransa’nın da Rusya ve Avusturya’ya düşman olmasının bu yakınlıkta büyük rolü vardı. İbrahim Paşa’nın özel tembihleri ile Pasarofca Antlaşması’na ikinci murahhas (delege) olarak katılan 28. Mehmet Çelebi yanındaki heyetle 1720 yılında Paris’e ulaşır. Louis XV. huzuruna çıkan Mehmet Çelebi Osmanlı Fransa dostluğunu geliştirmek için Fransa’nın İspanya ile barış yapmasını, böylelikle Rusya ve Avusturya karşısına daha güçlü bir ittifakla oluşturmak istediklerini arz eder. Mehmet Çelebi bu isteklere karşılık olumlu bir cevap alamasa da, ikinci görevi olan ve Sadrazam İbrahim Paşa’nın kendisine sıkıca tembih ettiği Fransız kültürü ve mimarisini incelemeye koyulur. Beraber götürdüğü oğlu ile birlikte Fransız saray ve kaleleri, fabrikalar ve bahçeler, ordu ve ticari müesseseleri, hastahaneleri, tiyatroları ziyaret eder. Mehmet Çelebi altı ay kadar kaldıktan sonra geri döndüğünde yanında yazdığı ufak bir de kitap getirmişti. Paris’te gördüğü herşeyi yazmış benzer müesseseleri karşılaştırmış, kadının toplumdaki yerine işaret etmiş, Fransız halkı ve kültürü hakkında ufak detaylara bile değinmişti. Mehmet Çelebi’nin oğlu Said Çelebi, babası diplomatik görüşmelerde bulunurken Paris’i daha çok gezme imkanı buldu. Said Çelebi herkese muhteşem yeni dünya hakkında gördüklerini anlatıp oyunlar sahneleyip, Paris’in günlük hayatı hakkında detaylı bilgileri İstanbul halkına naklediyordu. Said Çelebinin anlatımları ve Mehmet Çelebinin tarihi cep kitabı, Sadrazam İbrahim Paşa, diğer saray erkanı ve İstanbul ahalisi arasında büyük etki yapmış idi.

Lale Devri İbrahim Paşa’nın Mayıs 1718 tarihinden Sadrazamlığa çıkmasıyla başlayıp, öldüğü gün olan 30 Eylül 1730’da son bulur. İstanbul’da yetişen harika laleler devre ismini verse de, bir eğlenceler ve festivaller devri idi Lale Devri. Henüz sadrazamlığının ilk yıllarında İstanbul’da moda haline gelen “helva sohbetleri” başlar. Helva yenilip şarap içilip, şuara meclislerinin (şiir toplantıları), musiki alemlerinin yapıldığı bu eğlenceler, İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı boyunca her kış tekrarlandı. Helva Sohbetleri dışında, eskiden İbrahim Paşa’nın ikamet ettiği bugünkü Yıldız Parkı’nın bulunduğu semtte, Çırağan Eğlenceleri yapılırdı. Yüzyıllardır padişahların avlanma yeri olan bu bölgede, Farsca’da kandiller/mumlar anlamına gelen Çırağan Eğlenceleri Lale Devri süresince tekrar düzenlenmeye başlandı. Geceleri suların üzerinde bırakılan kaselere mumlar konulur, suların üzerinde yüzen mumlar eşliğinde eğlenceler yapılırmış. Bunun dışında gündüz yakalanan kaplumbağaların üzerine de kandiller yerleştirilip, lale çiçekleri arasında dolaşan mumlar şenliklere ayrı bir güzellik katarmış. Lale Devrinin en önemli şenlikleri ise Sadabad Şenlikleri idi. Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim zamanında düzenlenen Sadabad Şenlikleri Lale Devrinde yeni bir anlam kazanmıştı.

İstanbul'un hayatında önceleri bir gezinti yeri, at ve okçuluk yarışlarının yapıldığı alan olan Kağıthane, İbrahim Paşa ve III Ahmet’in çok sevdiği bir yer idi. Çok geniş bir alanı kaplayan koruluk ve bahçelik Kağıthane semti, Kuzey’de Belgrat Ormanları ile birleşir, içinde Kağıthane ve Alibey dereleri olduğu için bayağı sulak bir yer idi. İbrahim Paşa burayı yeniden düzenleyerek İstanbul'un zevk ve sefaret yerlerinden biri haline getirdi. Osmanlı aristokrasisinin merkezi olan Kağıthane’de yapılan bu kasırlara; Şevk-abad, Kasr-ı Neşat, Kasr-ı Cinan, Hurremabad, Hayrabad gibi egzotik isimler konuluyordu. Her biri geniş bahçe içerisindeki bu rengarenk binaların arasında su kanaları yapılıp, çoğu yerlerde ufak gölcükler, şelaleler, heykellerin ağızlarından su fışkıran fıskiyeler, çağlayanlar oluşturulmuş, bu sebepten derenin gidiş istikameti değiştirilip, Kağıthane semti büyük doğal bir su şehri haline gelmişti. Haliç'e doğru Kağıthane ve Alibey dereleri kıyılarında devletçe parsellenerek, devrin ileri gelenlerine verilen arazide, 200 aşan birbirinden zarif  köşk de yapıldı. Ayrıca Bektaşi Tekkesi ve mezarlığının bulunduğu Karaağaç semtine, İbrahim Paşa’nın emri ile, bir camii, hamamlar, atçılık ve okçuluk yarışmalarının yapılabileceği alanlar, cirit oyun sahaları, piknik yerleri yapıldı. Kağıthane Deresinin Haliç’e açıldığı yerden başlayarak Haliç iki kıyısı yüzlerce konakla süslendi, Üsküdar, Beylerbeyi, Bebek, Fındıklı, Alibeyköy’ü, Ortaköy ve Topkapı semtlerinde birçok köşk ve park yapıldı

28. Mehmet Çelebi Paris’den geri döndüğünde yanında Fransız bahçelerinin planları yanı sıra,  Fontainbleau Şatosunun planını da getirmişti. Kağıthane Deresi’nin Alibeyköy yakınlarında 30 kazık ile sağlamlaştırılan dere kıyısına, bu şatonun aynısı olan Sadabad Kasrı yapıldı. Tamamı mermerle kaplı Kağıthane Deresinin mükemmel bir mermer kanal ile Kasrın havuzuna aktığı  bu muhteşem kasır, 1 sene gibi rekor bir zamanda tamamlanmış. Mermer heykeller, çinilerle süslü kasrın havuzuna Kağıthane Deresi mermer setlerle yavaşlatılarak kontrol altında alınıp, yavaşlayan dere suyu sonra mermer kaselerin içerisinde havuza boşalırmış. Sadabad Kasrı’nın önündeki mermer havuzun etrafında ejderha heykellerinin ağzından sular fışkırır, rengarek sülün, ördek ve tavuskuşları dışardan gelen yabancı elçilere çift olarak hediye verilen hünkari güvercinleri beslenirmiş.

Sadabad Eğlenceleri ilkbaharda, Hıdırellez’in birinci günü olan 6 Mayıs’da Sadabad Kasrında verilen akşam yemeğiyle başlardı. Yemekten sonra Sultan’ın kasır’dan sevgi gösteriyle uğurlanması ile, Fransız usulü saray ekranı havuzunun başında eğlenmeye devam ederdi. İstanbul halkı ise şenliklere karadan arabaları, denizden kayıkları ve yelkenlileri ile katılırdı. Boğazın Anadolu yakasında oturan zengin halk kayıklarıyla Haliç’e girer, daha sonra Kağıthane’ye geçerlerdi. Boğazın iki yakasında fişek ve çırağan gösterileri düzenlenir şenlikler ya önemli bir binanın açılışı, ya da bir geminin denize indirilmesi gibi törenlerle birleştirilirdi

Kağıthane semti 18. yüzyıldan önce bile laleleri ile meşhur bir yerdi. Evliya Çelebi yazılarında Kağıthane’de bir lâlezar mesiresinin bulunduğunu, burada yetişen rengarenk Kağıthane Lalesi’nden bahsederek, "Lale vakti buraya gelenlerin aklı perişan olur" diye yazmıştır. Kağıthane’de doğal olarak yetişen laleler diger lalelerden farklı, daha uzun ve ince idi. Lale devrinden günümüze ulaşan resimlerden veya motiflerde sıkça kullanılan zarif ince Kağıthane Lalesi dışında, savaş halindeki İran ve Hollanda’dan da lale getirilmeye başlandı. Tam bir lale meraklısı olan İbrahim Paşa’nın “Âsâfî” adında kendi yetiştirdiği bir lale türü vardı. Etraf tarafına lale yetiştirmelerini tembihler, güzel lale yetiştirenleri ödüllendirirdi.  İbrahim Paşa Kağıthane’de yapılan bütün binaların bahçesine lale ekmelerini buyurmuş böylelikle Kağıthane lale bahçeleri ile dolup taşmış idi

Lale Devri’nin başladığı ilk yıllarda itibaren İstanbul’un her bir köşesine yaptırılan çeşmeler ve parklar büyük bir titizlikle inşa ediliyor, bu parklara İbrahim Paşa’nın en sevdiği çiçek olan lalenin her rengi ekiliyordu. Parklara salıncaklar, (dönme) dolaplar, tahterevalliler ve çocuk beşikleri konuldu. İstanbul’un birçok binası onarıldı veya süslendi, kayıklar bakımdan geçirilip boyandı. Kağıthane, birçok toplantıların yapıldığı, resmi ziyaretlerin, düğünlerin düzenlendiği bir yerdi haline geldi.

İstanbul’da yetişen ve sayıları yüzün biraz üzerindeki lale çeşitleri, ithal edilen laleler ile birleştirilerek yeni laleler edinilmiş ve kısa zamanda lalenin türü 1200’ünü zerine çıkmış idi. Nadide lale türü yetiştirmek isteyen lale meraklıları sayesinde, bir tek lale soğanı 1000 akce, gibi fiyatlara satılırken, "Mahbup" adı verilen bir lalenin soğanı ise 500 altına satılmış. Piyasayı kontrol altında tutabilmek için İbrahim Paşa 1725 yılında lale soğanlarının fiyatlarını belirleyen bir fiyat listesi hazırlamış ve soğanların bu listedeki fiyatların üzerinde satılmasını yasaklamıştı. Bu listenin kontrol edilebilmesi için Şeyh Mehmed’i Lâlezari Serşukûfeci (lale-çiçekçibaşı) olarak tayin etmiştir.

Bir barış ve eğlenceler devri olan Lale Devri’nin rahatlığında sanatcılar da payını almıştı. Lale Devrinden önce daha çok dinsel konuların işlendiği şiirlerde, aşk ve hatta eşcinselik temaları bile işlenmeye başlandı. Devrin şairleri Seyyid Vehbi, İzzet Ali, Nahifi, Saim gibi birçokları bu devirdeki akımdan etkilenmiştir. Osmanlı Tarihi’nin en önemli ressamı Abdülcelil Çelebi (Levni) Lale devri ile ilgili sayısız eser bırakan yine Enderun Mektebi mezunu Hıristiyan bir sanatçı idi.

Devrin en önemli şairi ise, aşk ve zevk şairi Nedim idi. “Mahallileşme Cereyanı” adı verilen eski karanlık, dinsel, ağır kelimelerden Nedim’in sayesinde kurtulan şiir edebiyatı, Lale Devrinde İstanbul’un şivesine, halkın zevkine kavuşmuştur. İbrahim Paşa’nın yaptırdığı kütüphanelerin başına getirdiği Nedim, aynı zamanda bu kütüphane duvarlarını ve kitapları süsleyen usta bir hattat idi. Sarayı ve çevresindeki kasır ve köşkleri övmekten ayrı bir zevk duyan Nedim, bilhassa, devrin festival ve eğlencelerini şiirlerinde canlı tablolar halinde sergilemiştir.

 

Nedim'in şiirinin orjinali:                                                

Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde

Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e

İşte üç çifte kayık iskelede amade                           

Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e.     

 

Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan           

Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan             

Görelim âb-ı hayat aktığın ejderhadan

 Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e

 

Geh varıp havz kenarında hirâman olalım               

Geh gelip kasr-ı cinan seyrine hayran olalım

Gâh şarkı okuyup gâh gazelhan olalım                    

Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e                   

 

İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden                 

Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden            

Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan                    

Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e                   

 

Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pakize-eda         

İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeyda                    

Gayrı yâranı bugünlük edip ey şuh feda                  

Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e                   

           

Bugünkü Türkçe ile bu şiir:

Gel şu neşesiz gönüle bir neşe bağışlayalım.

Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sadabad’a.

İşte üç çifte kayık iskelede hazır

Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sadabad’a          

 

Gülelim, oynayalım, dünyadan arzumuzu alalım.

Yeni Çeşme’den cennet suyu içelim.

Ejderha’nın ağzından hayat suyu aktığını görelim.

Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sadabad’a

 

Bazen gidip havuz kenarında salına salına dolaşalım.

Bazen gelip Kasr-ı Cinân’ı seyredelim, hayran olalım

Bazen şarkı okuyup bazen gazel söyleyelim.

Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sadabad’a               

 

Valideden “Cuma namazına gidiyoruz.” diye izin alıp

Zulmedici felekten bir gün çalıp.

Tenha yollardan iskeleye doğru dolaşıp

Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sadabad’a               

 

Bir sen, bir ben, bir de güzel gazel söyleyen biri,

Eğer iznin olursa bir de aşktan çılgına dönmüş

Nedim öbür dostları bugünlük feda edip

Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sadabad’a

 

Patrona Halil İsyanı

İbrahim Paşa sadrazamlığı döneminde Osmanlı İmparatorluğu bir tek İran ile savaş halindeydi. Rusya ile süpriz bir antlaşma imzalayarak müttefik olmuş,  İran’a karşı beraber savaşmakta, cepheden devamlı zafer haberleri gelmekteydi. Osmanlı’da bir gelenek olan zafer sonrası eğlenceler yapılan eğlencelere ekleniyor, şenlikler uzuyor da uzuyordu. 1725 yılına kadar başarılı geçen İran Seferleri’nin olumlu etkileri 1730 yılında Nadir Şahın Osmanlılar’a üstünlük sağlayıp kaybettiği toprakları geri alması ve yöre halkına karşı katliamlar yapması ile son bulmuştu. Cepheden gelen olumsuz haberler ve devletin parasının israf edildiği gibi iftiralar eklenince, on yedinci Ağa Bölüğü Yeniçeri’si Patrona (Albay) Halil ve yandaşları, 25 Eylül 1730'da perde arkasından ganyana getirilerek, İstanbul sokaklarında halkı, hükümete karşı isyan etmeye teşvik eder. Halkın isyana karşı çıkması yanı sıra hükümetle araları iyi olmayan yeniçeriler de bu işe karşı çıkınca isyancılar sessizce dağılır. Patrona Halil ve yandaşları 28 Eylül günü Bayezıt Camisi’nin Kaşıkçılar kapısı tarafından yürüyüşe geçerek ayaklanmayı tekrar başlatmak ister. Yeniçeri Ağası Hasan Paşa 300 kadar Yeniçeriyle isyancıların geçiş yolunu kapatıp isyanı durdurmaya çalışsa da, kardeş kanı dökülmesin diye Patrona ve avanesi ile çatışmaya girmez.

Patrona Halil aslen bir Arnavut idi. Bir deniz subayı olduğu halde pek sefere çıkmamış Galata’da ya bir meyhanede, ya da bir kahvede eğlenirdi. Yeniçeriler’ in içerisinde bulunan 10 bin kadar Arnavut askerler sonradan isyana dahil edildi. Perde arkasından düzenlenen ayaklanma 29 Eylül, Cuma günü tekrar hızlanır. Halk dükkanlarını kapatıp ayaklanmaya katılmaya zorlandı, mahkumlar hapishanelerden serbest bırakılıp, Anadolu’dan getirtilen inşaat işçileri de isyana katıldı.

III. Ahmed isyancıların dertlerinin ne olduğunu sordurduğunda, isyancılar 38 kişilik bir liste verip listedeki kişilerin kendilerine teslim edilmelerini isterler. Listenin başında İbrahim Paşa ve damatları vardı. 30 Eylül'de Topkapı Sarayı'nda yapılan toplantıda İbrahim Paşa ve iki damadının boğularak öldürülmesine karar verilir. Aynı gece Sadrazam İbrahim Paşa ve damatları Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa ve Kethüda Mehmed Paşa Kapılararası'nda boğularak öldürülürler. 1 Ekim sabahı, cesetleri isyancılara verilir. Ayaklanmacılar cesetleri İstanbul sokaklarında sürükleyip herkese gösterirler. İbrahim Paşa zamanında Sultanahmet Etmeydanın’da Yeniçeriler yazın faydalansın diye bir çeşme yaptırmıştı, cesetler İstanbul sokaklarında dolaştırıldıkdan sonra bu çeşmenin üzerine bırakılır. Fakat, isyancılar arasında cesetlerden hiçbirinin İbrahim Paşa'ya ait olmadığına dair bir şüphe uyandı. Sünetsiz olan ceset başka bir Hiristiyan olan kürkcü Manol’a ait olduğu düşünülerek "alın kürkçüyü veerin elvacıyı" sloganları ile tekrar Saray'a bir yürüyüş başladı. Ayağına urgan bağlanan İbrahim Paşa’nın cesedi tekrar Topkapı Sarayı’na getirildi. Sarayın önünde toplanan kalabalık gurup sünnetsiz olan cesedin İbrahim Paşa’ya ait olmadığını söylüyerek isyanı tekrar başlatırlar. III. Ahmed 1 Ekim 1730”da tahtı oğlu I. Mahmud’a bırakarak tahtan inmek zorunda kaldı.

Patrona ve avanesi ellerindeki listeye göre zengin kişilerin evlerine gidip mallar gasp edip insanlara yapmadıkları kötülük kalmadı. Tam 48 gün süren isyan boyunca evler, hanlar, konaklar ateşe verildi. Sadarabad Kasrı ve Lale bahçeleri ateşe verilerek yakılmasını istedikleri halde, Sultan I. Mahmud ancak yıktırılmalarına izin vermişti. Eşi öldürülen, babası tahttan indirilen Fatma Sultan'ın mallarına el konulup saraya hapsine alındı. Bir müddet sonra hastalanan Fatma Sultan, 1. Mahmut tarafından tekrar saraya yerleştirilse de henüz 29 yaşında vefat eder. Dönemin ünlü şairi Nedim ise, isyancılardan kaçmak için damdan dama atlarken düşerek can verir. İbrahim Paşa’nın parçalanan cesedi, kendi ismini taşıyan Şehzadebaşı’ndaki kütüphane ve darülhadis medresesi olarak inşa ettirdiği Külliye’nin avlusunun gömüldü. İbrahim Paşa ile beraber boğularak öldürülen damatları da aynı yere gömülmüştü. İbrahim Paşa’nın ilk refikasından olan oğlu vezir Genç Mehmet Paşa, 1769 yılında vefat edince isteği üzere o da pederinin yanına defnedilmiştir.

İbrahim Paşa’nın Sadrazamlığı döneminde Ermeniler’e yönelik birçok olumlu yaklaşımları olmuştur. Kumkapı Surb (Aziz) Astvadsadsin ve daha başka birçok Ermeni kiliseleri İbrahim Paşa’nın sadrazam olduğu dönemde inşa edilmiş veya onarılmıştır. Bimen Zartaryan ve Kevork Pamukciyan’ın İstanbul Patrikanesi’nde yaptıkları araştırmalar sırasında, Patrik Hovhannes (Golod)’in 1724 yılında Sadrazam İbrahim Paşa’ya gönderdiği bir mektupta Kafkasya’dan esir olarak getirilen Ermeni çocukların köle olarak pazarlarda satılmalarından şikâyet eder. İbrahim Paşa çıkardığı fermanla bütün Ermeni çocukların serbest bırakılmasını ve bir daha Ermeniler’in köle olarak pazarlarda satılmasını yasaklamış. İbrahim Paşa’nın ticari yönden de Ermeniler’e destek olduğu bilinmekte, zira İstanbul’da kurulan ticarethanelerin çoğu Ermeniler’in elinde olan mesleklere ait müesseselerdi. Çulha bezi ve Kütahya çiniciliği gibi mesleklerin tamamı Ermeniler’in tekelinde olan mesleklerdi.

İbrahim Paşa’nın Kapalıçarşı etrafına yaptırdığı hanların hepsi Patrona Halil İsyanından sonra yakılıp yıkıldı. Tam 25 sene sonra meydana gelen 29 eylul 1755 yangını ile büyük hasar gören bu hanlar (Kızlarağası Hanı, Yağcı Han, Zincirli Han, Çukur Han, Kalcılar Hanı, Kumrulu Han, Saksı Han, Sofcu Hanı, Küçük Yeni Han, vs.)’ın yapılışı hakkında herhangi bir bilgi günümüze ulaşmamıştır. İbrahim Paşa zamanında yapıldığı tahmin edilen bu hanların her birinin ayrı mimari özellilikleri sahip olduğundan, aynı dönem ait olduğu büyük bir ihtimaldir. Bu hanlar içerisinde İbrahim Paşa’nın ismini yazılı olduğu tek han meşhur Çuhacı Han’dır. Çuhacı Han’ın temel taşında yazdığı üzere, han 1718 yılında İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış. İbrahim Paşa’nın Sadrazamlığa yükseldiği ilk sene yapılan bu han sanki bir miras gibi tahminen yapıldığı günden beri Ermeniler’in ticaret ocağı olmuş. Lale Devrinden geriye kalan ender yapılardan olan bu tarihi han, son 200 sene kadar bir süredir dünyanın dört bir tarafına dağılan sayısız kuyumcu ustalarının yetiştiği bir kuyumculuk merkezi idi.

Vahan Altiparmak"




Bu haber 3022 defa okunmuştur.

Gülşehir Nöbetçi Eczaneleri
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
VİDEO GALERİ
YUKARI