Bugun...


Türk Dil Bayramı ve Gülşehriler
Türk Dil Bayramı dolayısı ile iki hemşehrimiz Şeyh Ahmet Gülşehri ve Hoca Mesut Gülşehri'yi saygı ve minnetle anıyoruz.

facebook-paylas
Tarih: 12-05-2020 20:08
Türk Dil Bayramı ve Gülşehriler

Gülşehir Turizm ve Doğal Kültürel Varlıkları Koruma Derneğimizin geçen yıl konferans vererek andığı Şeyh Ahmet Gülşehri ve Hoca Mesut Gülşehri'yi dernek olarak bu yıl Covid-19 pandemisi nedeni ile bir program düzenleyerek anamıyoruz. Ancak Türk Dil Bayramında hemşehrilerimiz Gülşehrileri Türk Diline verdikleri önemli katkılar için unutmuyoruz. 

Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihinde “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler” fermanı ile Türkçenin devlet dili olması üzerinden geçen 743 yıl sonra Türk Dil Bayramı münasebetiyleTürkçenin gelişmesinde emeği geçen, başta Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Karamanoğlu Mehmet Bey, Yunus Emre, Şeyh Ahmet Gülşehri, Hoca Mesut Gülşehri, Aşık Paşa, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp ve adlarını sayamadığımız Türkçeye gönül vermiş ve gelişmesine katkıda bulunmuş diğer değerli insanları burada saygıyla anıyoruz. 

Hemşehrilerimiz Şeyh Ahmet Gülşehri ve Hoca Mesut Gülşehri'yi, Türkçe zincirinin sağlam halklarından ikisi olarak görmekle gurur duyuyor ve kendilerini her 13 Mayıs Türk Dil Bayramı münasebetiyle anmayı görev addediyoruz.

Türk Dil Bayramının 743. yılı ilçemize ve ülkemize kutlu olsun!

Şeyh Ahmet Gülşehri ve Hoca Mesut Gülşehri ile ilgili bilgileri Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden siz değerli okurlarımızın okumasına sunuyoruz (Ancak her iki şairimizin de başka şehirlere ait gösterilmesi tartışmalı bir konudur):

"GÜLŞEHRΠ

Mutasavvıf şair (ö. 717/1317’den sonra).

Kaynaklarda hayatına dair pek az bilgi vardır. Hakkında bilinenler, kendi eserlerindeki bazı kayıtlarla kendinden sonra yaşamış Ahmedî (ö. 815/1412-13), Hatiboğlu (ö. 838/1435’ten sonra) ve Kemal Ümmî (ö. 880/1475) gibi birkaç şairin şiirlerinde rastlanan birtakım sözlerden ibarettir.

717’de (1317) kaleme aldığı Mantıku’t-tayr’daki bazı beyitlerden (nşr. Agâh Sırrı Levend, s. 172, 173) onun Kırşehir’de (Gülşehri) zâviye sahibi, müridi çok ve bütün şehir halkınca tanınan, evinde her gece semâ yapılır, saygıyla eli öpülür meşhur bir şeyh olduğu öğrenilmektedir. Hârizm’den gelip Kırşehir, Eskişehir ve Ankara dolaylarına iskân edilmiş Oğuz boylarından birine mensup olduğu sanılan Gülşehrî’nin Kırşehir’e ne zaman yerleştiği belli değildir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ölümünden sonra Sultan Veled’in, kendisini Mevlevî tarikatını yaymak ve bir zâviye kurmak üzere Kırşehir’e göndermiş olması ihtimalinden söz edilirse de (Mantıku’t-tayr, nâşirin önsözü, s. 10) bu husus henüz açıklık kazanmamıştır.

Yerleştiği yerin adını kendine mahlas olarak alan şairin asıl adının Ahmed veya Süleyman olabileceği ileri sürülmektedir. Bazı araştırmacılar, Mantıku’t-tayr’ın İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kütüphanesi’nde bulunan nüshasının (nr. 1360) baş tarafındaki “Kitâbü Mantıkı’t-tayr min kelâmi şeyhi’l-muhakkıkīn mürşidi’t-tâlibîn el-âlimü’l-fâzıl eş-Şeyh Ahmed el-Gülşehrî” ibaresine dayanarak şairin adının Ahmed olması gerektiği düşüncesindedirler (Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 240; Kilisli Muallim Rifat, s. 14). Fakat Gülşehrî’nin gerek kendi eserlerinde gerekse hakkında bilgi veren diğer eserlerde Ahmed ismine rastlanmadığı gibi Kırşehir’de Şeyh Ahmed adında bir kimsenin türbesi de mevcut değildir. Öte yandan Mantıku’t-tayr’da Süleyman adının sık sık geçmesi ve Kırşehir’de de Şeyh Süleyman adında birinin türbesinin bulunması, araştırmacılardan bazılarını şairin adının Süleyman olabileceği kanaatine götürmüştür (Mantıku’t-tayr, nâşirin önsözü, s. 10-11). Kitapçı Raif Yelkenci de Gülşehrî’nin, Sultan Veled’in halifelerinden olup 697 Muharreminde (Kasım 1297) Kırşehir’in doğusuna düşen bir yerde bir Mevlevî zâviyesi kurmuş olan Şeyh Süleymân-ı Türkmânî ile aynı kişi olduğunu ileri sürer (bk. Gölpınarlı, s. 45). Ancak Mantıku’t-tayr’da geçen Süleyman isimlerinin hemen tamamı doğrudan doğruya Süleyman peygamberle ilgili olup hiçbir yerde Gülşehrî mahlasıyla birlikte zikredilmemektedir. Ayrıca Şeyh Süleyman’ın 710’da (1310) Sultan Veled’in ölümünden iki yıl önce vefat etmiş olduğu da anlaşılmaktadır (a.g.e., a.y.). Görüldüğü gibi şairin adı hakkındaki bilgiler kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı 717’de (1317) tamamlamış olmasına ve eserin sonundaki, “Şükr ol bir Tanrı’ya ki bu kelâm / Ömrümüzden ilerü oldu tamâm” beytine (s. 298) bakılırsa onun Kırşehir’de 717’den sonraki bir tarihte ve epeyce ilerlemiş bir yaşta vefat ettiği anlaşılır.

Eserlerinden Gülşehrî’nin İslâmî ilimler yanında matematik, mantık ve felsefeye de vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Birçok seyahat yaptığını, kendinden önce yaşamış ve kendi zamanındaki şairlerin şiirlerini okuduğunu söyleyen Gülşehrî (bk. Sadeddin Kocatürk, s. 31, 321-323) en çok Mevlânâ, Attâr, Senâî, Sa‘dî ve Nizâmî’nin tesirinde kalmıştır. Özellikle Mevlânâ’dan çok etkilenmiş olması onun Mevlevî olabileceğini akla getirirse de gerek Mevlevî kaynaklarında gerekse silsilenâmelerde bunu doğrulayan bir kayda rastlanmamaktadır (a.g.e., s. 32). Buna karşılık geniş bir tasavvuf kültürüne sahip olan Gülşehrî’nin Ahî Evran’ın talebelerinden olması muhtemeldir.

701’de (1301) Farsça olarak yazdığı Feleknâme’den sonra şöhret kazanan Gülşehrî kendisini Senâî, Attâr, Nizâmî, Sa‘dî, Mevlânâ ve Sultan Veled gibi büyük şairlerin takipçisi saymakta ve onlarla aynı daire içinde görmektedir. Onun hem şeyh hem de şair olarak kendini tasavvuf ve edebiyat âleminin en büyük simaları arasında zikretmesi dikkati çekmiş ve bu yönü bazı şairlerce tenkit edilmiştir. Bunlar arasında Ahmedî, Gülşehrî gibi başka şairleri taklit etmediğini, yazdıklarının doğrudan doğruya kendisine ait bulunduğunu, Gülşehrî gibi kendini beğenmiş bir kimse olmadığını söyleyerek onu eleştirmektedir. Fakat Ahmedî’nin edebî şahsiyetinin teşekkülünde ve eserlerinde Gülşehrî’nin tesiri açıkça görülmektedir (İA, I, 220; Mantıku’t-tayr, nâşirin önsözü, s. 5). Bu durum, Gülşehrî’nin dönemin en mühim şahsiyetlerinden biri olarak anılmaya değer bir şair olduğunu gösterdiği gibi, Mecmûatü’n-nezâir ve Câmiu’n-nezâir gibi sonraki asırların tanınmış bazı şiir mecmularında manzumelerinin yer alması, onun şöhret ve tesirinin XVI. yüzyıl başlarına kadar devam ettiğini ortaya koymaktadır (Köprülü, Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri, s. 12).

Devrindeki birçok şairin, Türkçe’nin Arapça ve Farsça’ya nisbetle kaba ve ifade bakımından kabiliyetsiz olduğu yolundaki görüşlerinin aksine fikir yürüten hemen hemen tek şair Gülşehrî’dir. Ferîdüddin Attâr’ın Manṭıḳu’ṭ-ṭayr’ını Türkçe’ye aktarırken alelâde bir tercümeden ziyade, Türkçe’nin bütün imkânlarını kullanarak âdeta orijinal bir eser ortaya koyduğunu ve Türk dilinde daha önce bu kadar güzel bir eser meydana getirilmediğini söyleyerek övünmesi (s. 296), onun şuurlu ve idealist bir kişi olduğunu göstermektedir. Ayrıca eserleri didaktik ve sûfiyâne bir mahiyet taşıdığı halde dilinin sade ve temiz, üslûbunun itinalı ve canlı, nazmının ise devrine göre oldukça pürüzsüz oluşu, onun sanat kabiliyeti hakkında yeterli bir fikir verir. Gülşehrî’nin, Yûnus Emre’den sonra zamanının duyguca kuvvetli olduğu kadar usta bir şairi olarak da çağdaşları arasında önemli bir yer tuttuğunda şüphe yoktur.

Eserleri. 1. Feleknâme. İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han adına 701’de (1301) Farsça olarak mesnevi tarzında ve “fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle yazılmış bir eserdir. Kelâm ilminin en önemli bahisleri arasında yer alan mebde ve meâd konusunun işlendiği kitap, yaratılmışların en yücesi olan insanoğluna nereden geldiğini ve nereye döneceğini anlatmak gayesiyle kaleme alınmıştır. Tasavvufî mahiyeti yanında ahlâkî yönüyle de dikkati çeken Feleknâme’de Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetine telmihte bulunan Gülşehrî, Mevlânâ’nın Mes̱nevî’sinden de geniş ölçüde faydalanmıştır. Eserin 843 (1439) yılında istinsah edilmiş tek nüshası Ankara İl Halk Kütüphanesi’ndedir (nr. 817). Sadettin Kocatürk tarafından üzerinde doçentlik çalışması yapılan eser, Farsça metni ve Türkçe tercümesiyle birlikte Gülşehrî ve Feleknâme adıyla yayımlanmıştır (Ankara 1982). 2. Kerâmât-ı Ahî Evran. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış 167 beyitlik Türkçe bir mesnevidir. Eserde Ahî Evran, cömertliğiyle tanınan Hâtim et-Tâî ile mukayese edilir. Daha önce Feleknâme’de ele aldığı bazı konuların genişletilmiş şekli olan bu mesnevinin 701’den (1301) sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Yahyâ b. Halîl’in Fütüvvetnâme’si içinde yer alan (Taeschner, s. 6) ve Mantıku’t-tayr’dan alınma birtakım beyitleri de ihtiva eden bu mesneviyi Franz Taeschner ilkin Ein Mesnevî Gülschehris auf Achi Evran (Kerāmāt-i Aḫî Evrān tâbe s̱erāhū) adıyla yayımlamış (Hamburg 1930), sonradan Raif Yelkenci mesnevinin daha doğru, fakat eksik bir nüshasını bulunca eserin Gülşehrî’ye aidiyetinin şüpheyle karşılanması üzerine (Mantıku’t-tayr, nâşirin önsözü, s. 14) Taeschner mesneviyi tekrar ele alarak birinci neşirde eksik bıraktığı kısımları tamamladığı gibi Mantıku’t-tayr’daki beyitlerle de karşılaştırarak metni Almanca tercümesiyle birlikte yeniden yayımlamıştır (bk. bibl.). 3. Mantıku’t-tayr. Ferîdüddin Attâr’ın aynı addaki eserini esas alarak meydana getirdiği, vahdet-i vücûd inancını işleyen alegorik bir mesnevidir. Gülşennâme adıyla da anılan eserin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında değişmektedir. Gülşehrî eserinde Attâr’ın mesnevisinde olduğu gibi aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbını kullanmıştır. Tevhid mahiyetindeki bir girişten sonra “İbtidâ-i Dâstân-ı Sîmurg” başlığı altında kuşların padişahı olduğuna inanılan sîmurgun özellikleri anlatılarak konuya girilir. Bülbül, papağan, tavus, hümâ, kaz, doğan, keklik ve baykuş gibi adı zikredilen ve zikredilmeyen bütün kuşlar padişahlarını aramak için toplanırlar; hüdhüd de aralarına katılır. Hüdhüd öteki kuşlardan farklı yönleri bulunan bir kuştur. Diğer kuşların kendisine yoldaş olmaları halinde Kafdağı’nın ardındaki padişahları sîmurga ulaşabileceklerini söyler. Fakat öteki kuşlar, hüdhüde çeşitli sorular sorup itirazlarda bulunarak sîmurga erişemeyecekleri endişesiyle yola çıkmak istemezler. Hüdhüd, bütün kuşların sorularına ayrı ayrı cevaplar verip onların tereddütlerini gidermeye çalışır. Sonunda hüdhüdün kılavuzluğunda padişahları sîmurgu aramak için çok uzun ve zahmetli bir yolculuğa çıkarlar. Yolculuk esnasında kuşların bir kısmı bir saray görerek orada kalır, bir kısmı da bir çeşme başına konar. Bazısı bir güzel yüz görüp onun peşinden gider; bazısını da dağ başında kurt kapar. Böylece kuşların çoğu telef olur ve ancak çok az bir kısmı aradığı padişahın bulunduğu yere ulaşabilir. Karşılarına çıkan saraydan sîmurgu görmek üzere içeri girince kendilerinden başka kimsenin bulunmadığını görürler. Nihayet sîmurgun kendilerinden, kendilerinin de ondan başka bir şey olmadığını anlarlar. Eserde hüdhüd aklı, kuşlar halkı, sîmurg da Hakk’ı temsil etmektedir. Mesnevinin “Der Hâtime-i Kitâb-ı Mantıku’t-tayr” başlıklı son bölümünde eserin telif tarihi (717/1317), adı ve yazılış sebebi açıklanır (s. 295-297). Gülşehrî’nin belirttiği gibi Mantıku’t-tayr, Türk diliyle Farsça’dan daha güzel bir eser yazılabileceğini ortaya koymak maksadıyla kaleme alınmıştır. Bu bakımdan mesnevi bir telif değeri taşımaktadır. Gülşehrî, esas konuya sadık kalmakla beraber eserini Attâr’ın Esrarnâme’si ile Mevlânâ’nın Mes̱nevî’si, Ḳābûsnâme, Kelîle ve Dimne gibi kaynaklardan aldığı hikâye ve fıkralarla zenginleştirmiştir (Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 269). Ayrıca devrinin içtimaî ve ahlâkî düşüncelerini de katmak suretiyle Mantıku’t-tayr’ı orijinal bir eser haline getirmeye çalışmıştır. Eserin kurgusunu esas itibariyle kuşların hüdhüde soruları ve hüdhüdün bunlara verdiği cevaplar oluşturmaktadır. Bu soru ve cevaplar arasına konuyla ilgili olarak birçok hikâye yerleştirilmiştir. Gülşehrî bu hikâyelerin çok az bir kısmını Attâr’dan almıştır. Hüdhüd ile öteki kuşlar arasında cereyan eden konuşmalarda ve araya konulan bu hikâyelerde birçok ahlâkî öğüde yer verilerek tasavvuf merhaleleri ve terimleri öğretilmektedir. Öte yandan eserde fütüvvet ve ahîlik konusu da başlı başına bir yer tutmaktadır. Devrine göre sade bir dil kullanan ve zengin bir muhayyileye sahip olan Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’da itinalı ve canlı bir anlatımı vardır. Eserde hissedilir bir lirizmin bulunduğu, en mücerred ahlâkî nasihatleri verirken bile müellifin okuyucuya bediî bir heyecan verdiği kabul edilmektedir (a.g.e., s. 241, 269). İstanbul Arkeoloji Müzeleri (nr. 1360; 236 [eksik]), Süleymaniye (Fâtih, nr. 2557, vr. 159b-256a) ve Türk Dil Kurumu (nr. A-120, başı eksik) kütüphanelerinde yazma nüshaları mevcut olan Mantıku’t-tayr’ın ayrıca Raif Yelkenci nüshası da bulunmaktadır. Müjgân Cunbur bu nüshalara dayanarak eser ve müellifi üzerinde bir doktora çalışması yapmıştır (bk. bibl.). Ayrıca Agâh Sırrı Levend, Raif Yelkenci nüshasını bir önsözle birlikte tıpkıbasım halinde yayımlamıştır (Ankara 1957). 4. ʿArûż-ı Gülşehrî. Farsça olarak kaleme alınan on altı varaklık bir risâledir. Eserde çeşitli aruz kalıplarının terkip ve teşkilinden bahsedilmekte ve bunlarla ilgili örneklere yer verilmektedir. Bu risâle ilk defa Kilisli Rifat Bilge tarafından bulunup ilim âlemine tanıtılmıştır (Ferhengnâme-i Sa‘dî Tercümesi, s. 15). Eserin bilinen tek yazma nüshası Millet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ali Emîrî, Farsça Yazmalar, nr. 517, vr. 46b-61b). Gülşehrî Mantıku’t-tayr’da (s. 296), “Değme ilme aklı yetiren biziz / Kim Kudûrî nazma getiren biziz” beytiyle bir Kudûrî tercümesinden söz ediyorsa da eser bugüne kadar ele geçmemiştir.

Gülşehrî’nin bu eserlerinden başka kaside, gazel ve beyit şeklinde müstakil olarak kaleme aldığı bazı şiirlerine de rastlanmaktadır. Bunlardan Kerâmât-ı Ahî Evran nüshasında yer alan iki gazeli F. Taeschner tarafından yayımlanmıştır (“Zwei Gazels von Gülşehri”, Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 479-485). Diğer manzumelerinden üçü Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiu’n-nezâir’inde (Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5782, vr. 152b [yirmi dokuz beyit], vr. 164b [on iki beyit], vr. 288b [on yedi beyit]), bir başkası Ömer b. Mezîd’in Mecmûatü’n-nezâir’inde (nşr. Mustafa Canpolat, Ankara 1982, s. 139-140 [dokuz beyit]), bir tanesi Mantıku’t-tayr içerisinde (TDK Ktp., nr. A-120, vr. 169a [dokuz beyit]), bir beyti de Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa’nın Kenzü’l-küberâ’sında (nşr. Kemal Yavuz, Kenzü’l-küberâ ve Mehekkü’l-ulemâ, Ankara 1991, s. 58) yer almaktadır. Ayrıca Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir yazmada da bir şiiri bulunmaktadır (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4311, vr. 197a [dokuz beyit]).

F. Taeschner, Gülşehrî’nin Gülşennâme adlı bir eserinin daha bulunduğunu söylemekteyse de (Fuad Köprülü Armağanı, s. 480) bu isim, Mantıku’t-tayr’ın müellif tarafından kaydedilen öteki adından başka bir şey değildir. Nitekim Gülşehrî eserinde, “Biz bu Gülşennâme’de kim eyledik / Dükeli ilm ıstılâhın söyledik” demektedir (s. 297). Öte yandan Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (Koğuşlar, nr. 950) Mecmûa-i Latîfe adlı eser içinde yer alan ve Gülşehrî’ye ait olarak gösterilen (Karatay, II, 88) Gevhernâme, Leylâ vü Mecnûn mesnevileriyle öteki manzumelerden hiçbirinin Gülşehrî’ye ait olmadığı anlaşılmıştır (Sadettin Kocatürk, s. 41).

BİBLİYOGRAFYA
Gülşehrî, Mantıku’t-tayr (nşr. Agâh Sırrı Levend), Ankara 1957, ayrıca bk. nâşirin önsözü, s. 5-32.
Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 240-241, 268-270, 400.
a.mlf., Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1926), İstanbul 1980, s. 346.
a.mlf., Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri, İstanbul 1928, s. 11-12.
a.mlf., Eski Şairlerimiz, Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1934, s. 24-25.
a.mlf., “Ahmedî”, İA, I, 220.
Kilisli Muallim Rifat, Ferhengnâme-i Sa‘dî Tercümesi, İstanbul 1340-42, s. 14-16.
Hıfzı Tevfik v.dğr., Türk Edebiyatı Numûneleri, İstanbul 1926, s. 146-150.
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 81-82.
Müjgân Cunbur, Gülşehrî ve Mantıku’t-tayr’ı (doktora tezi, 1952), AÜ DTCF.
Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 45.
F. Taeschner, “Zwei Gazels von Gülşehri”, Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 479-485.
a.mlf., Gülschehri’s Mesnevi auf Achi Evran den Heiligen von Kırschehir und Patron der Türkischen Zünfte, Wiesbaden 1955.
Karatay, Türkçe Yazmalar, II, 88.
Sarton, Introduction, III, 625, 626.
W. Björkman, Die Altosmanische Litteratur, Wiesbaden 1964, s. 413-414.
Aydın Sayılı, “Gülşehrî’nin ‘Leylek ile Bülbülün Hikâyesi’ Adlı Manzumesi”, Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968, s. 537-554.
Hamit Araslı, “Gülşehrî ve Genceli Nizâmî”, XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1966, Ankara 1968, s. 29-37.
Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 166-174.
Banarlı, RTET, I, 377-380.
Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 127, 138.
Âmil Çelebioğlu, Sultan II. Murad Devri (824-855/1421-1451) Mesnevileri (doçentlik tezi, 1976), Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, s. 31-32.
V. M. Shepherd, The Turkish Mystical Poet Gülşehri with Particular Reference to his Mantiq al-Tayr, Cambridge 1979.
Sadettin Kocatürk, Gülşehrî ve Feleknâme, Ankara 1982.
Büyük Türk Klâsikleri, I, 273-276.
Mustafa Özkan, Cinânî, Cilâü’l-kulûb, İstanbul 1990, s. 4, 15.
Günay Kut, “Lisanımız ve İnsanımız-I”, KAM, XVII/2 (1988), s. 48.
a.mlf., “Mantıku’t-Tayr”, TDEA, VI, 142-143.
Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatı (Eski)”, TA, XXXII, 89-90.
Hellmut Ritter, “Attâr”, İA, II, 8-9.
Abdullah Uçman, “Gülşehrî”, TDEA, III, 397."

"HOCA MESUD

Farsça’dan yaptığı Süheyl ü Nevbahâr ve Ferhengnâme-i Sa‘dî adlı tercümeleriyle tanınan XIV. yüzyıl Türk şairi.

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Babasının adının Ahmed olduğunu bizzat kendisi kaydeder (Süheyl ü Nevbahâr, s. 9). Süheyl ü Nevbahâr adlı eserini 1350 yılında kaleme aldığı sırada artık çağının geçmiş ve kocamış bulunduğunu söylemesi bu tarihte ileri bir yaşta olduğunu gösterir (a.e., s. 575-576). Öte yandan Şeyhoğlu Mustafa’nın 1400’de tamamladığı Kenzü’l-küberâ’sında onu rahmetle anmasına dayanarak XIV. yüzyılın ikinci yarısında öldüğü söylenebilir. Âşık Çelebi Meşâirü’ş-şuarâ’da I. Murad devrinden bahsederken adının Ahmed olduğunu ve Süheyl ü Nevbahâr’ın manzum tercümesini meydana getirdiğini kaydeder. J. H. Mordtmann, Farsça’dan yaptığı tercümelerle tanınması ve Süheyl ü Nevbahâr’da olduğu gibi Kelîle ve Dimne tercümesinde de Farsça için “tat dili” ifadesinin kullanılmasından hareketle Hoca Mesud’un, Aydınoğlu Umur Bey adına Kelîle ve Dimne’yi Farsça’dan tercüme eden Kul Mesud’la aynı kişi olabileceğini söylemiş, Süheyl ü Nevbahâr’da bahsettiği Mûsevî, Ermeni ve Frenkler’i İzmir’de görmüş olması ihtimali üzerinde durarak Aydınoğulları sarayında yaşamış olabileceğini ileri sürmüştür (Suheil und Nevbahar, önsöz, s. 12). Diğer araştırmacılar ise kendisi için hiçbir zaman “kul” lakabını kullanmayan Hoca Mesud’un kimseye eser sunma âdetinin bulunmadığını ve Kul Mesud ile kıyas edilmeyecek derecede yüksek bir şair olduğunu söyleyerek bu görüşü reddetmişlerdir (Köprülü, TM, II [1928], s. 487-488; Kilisli M. Rifat [Bilge], II [1928], s. 407).

M. Fuad Köprülü, Hoca Mesud’un Germiyan Beyliği’nde yaşayan XIV. yüzyılın ünlü şairi Şeyhoğlu’nun hocası olması ihtimalini dikkate alarak onun da Germiyan’da yaşamış olabileceğini ileri sürer (EI [Fr.], IV, 993). Tahsin Banguoğlu ise Hoca Mesud’un Bursa ve Konya gibi büyük şehirlerden uzak bir yerde hayat sürmüş olabileceği kanaatindedir (Altosmanische Sprachstudien, s. 11-12). Kilisli Muallim Rifat Ferhengnâme-i Sa‘dî Tercümesi neşrinde (s. 9) onu Emsiletü’t-tasrîf ve Kitâbü’l-İnbisât (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4737) müellifi Şeyh Mes‘ûd b. Osmân-ı Gülşehrî ile birleştirmek istemiş, ancak Mordtmann’ın Süheyl ü Nevbahâr neşrinden sonra bu görüşünden vazgeçmiştir (TM, II [1928], s. 403).

Hoca Mesud’un herhangi bir hükümdarın himayesine girdiğine veya ona eser sunduğuna dair bilgi mevcut değildir. Muhtaç da olsa bir şah katında yüz kızartmaktan uzak kalacağını ifade etmesi (Süheyl ü Nevbahâr, s. 573) onun başkalarına minnet etmekten hoşlanmadığını göstermektedir. Büyük kimselerin soyundan geldiğini, kendisinin ise onların yolunda gitmediğini söyleyen Hoca Mesud ataları hakkında bilgi vermez. Eserlerinden İran edebiyatını yakından tanıdığı, Farsça ve Arapça’yı iyi bildiği anlaşılmaktadır. Şâhnâme’den Süheyl ü Nevbahâr’a aldığı beyitler, ayrıca Bostân’ı tercüme etmesi Firdevsî ile Sa‘dî-i Şîrâzî’ye hayran olduğunu göstermektedir. Şeyhoğlu’nun Kenzü’l-küberâ’da “üstat” ve “hoca” diye bahsettiği Hoca Mesud’un eserlerinden seçtiği beyitlerle (vr. 45a, 54a) fikirlerini desteklemek istemesi, onun kendisinden istifade edilebilecek bir şahsiyet ve saygı duyulan bir âlim olduğunu ortaya koyması yanında Şeyhoğlu’nun hocası olma ihtimalini de kuvvetlendirmektedir.

Eserleri. 1. Süheyl ü Nevbahâr. 5703 beyitten meydana gelen bir aşk mesnevisi olup 751 (1350) yılında tamamlanmıştır. Bizzat Hoca Mesud’un belirttiğine göre eserin ilk 1000 beytini yeğeni İzzeddin Ahmed kaleme almış, sonraki kısımla giriş bölümünü kendisi yazmıştır. Asıl adı Kenzü’l-bedâyi‘ olan eser, Yemen padişahının oğlu Süheyl ile Çin fağfûrunun kızı Nevbahâr arasındaki aşk macerasını anlatır. Bu konu etrafında çeşitli olayların yer aldığı eser dinî, ahlâkî nasihatlerle örülü fikrî ve didaktik bir muhteva taşımaktadır. “Feûlün feûlün feûlün feûl” vezniyle yazılmış olan eserin çeşitli yerlerinde beş değişik vezinde on beş gazel bulunmaktadır. Şair, ilerlemiş yaşına rağmen böyle bir “aşknâme” yazmasının alelâde bir heveskârlıktan ileri gelmediğini söyler. Bilinen iki nüshasından biri Berlin Staatsbibliothek’tedir, diğeri Ahmet Talat Onay’dan Cem Dilçin’e intikal etmiştir. Berlin nüshasının J. H. Mordtmann tarafından tıpkıbasımı yapılmış (bk. bibl.), Cem Dilçin ise geniş bir incelemeyle birlikte iki nüshanın karşılaştırmalı yayımını gerçekleştirmiştir (bk. bibl.; bu neşrin tenkit ve değerlendirmesi için bk. Tezcan, bibl.). 2. Ferhengnâme-i Sa‘dî. 755 (1354) yılında kaleme alınan 1073 beyitlik bu mesnevi Sa‘dî’nin Bostân’ından seçilmiş şiirlerin tercümesidir. Hacim bakımından Bostân’ın dörtte biri kadar olan Ferhengnâme dinî, ahlâkî konularda öğütler veren, bunlarla ilgili hikâyelerin yer aldığı bir eser olup aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” vezniyle yazılmıştır. Türkçe’ye Sa‘dî-i Şîrâzî’den yapılmış ilk manzum tercüme olan eser on bölüm halinde düzenlenmiş, Bostân’daki sırasıyla verilen bölümlerde fikirler yer yer genişletilmiştir. İkisi özel ellerde olmak üzere beş nüshası bilinen Ferhengnâme’nin Ali Emîrî Efendi nüshasına dayanan bir yayını Veled Çelebi ve Kilisli Rifat tarafından yapılmıştır (bk. bibl.). Veled Çelebi, yazma nüshadaki bir kayda dayanarak isim benzerliği sebebiyle eseri kelâm ve fıkıh âlimi Mes‘ûd b. Ömer et-Teftâzânî’ye (ö. 797/1395) mal etmiş, onun bu yanlışını sırasıyla Gibb (I, 201-203), Storey (İA, XII/1, s. 121) ve Saîd-i Nefîsî (EI2 [Fr.], II, 1385-1386) tekrarlamıştır (Veled Çelebi’nin yanlışı için bk. Köprülü, TM, II [1926], s. 481-483).

Eserlerini Farsça’dan nakil yoluyla meydana getiren Hoca Mesud her iki eserini de mesnevi tarzında yazmıştır. Kitaplarını ölümünden sonra dünyada iyi bir ad bırakmak ve hayır dua ile anılmak amacıyla yazdığını özellikle belirtir. Beyitleri bazı telif unsurları da katarak Türkçe’ye en güzel şekilde tercüme etmeye çalışmış ve hayli başarılı olmuştur. Türkçe’nin aruz vezniyle henüz yeterince bağdaşmadığı bir dönemde eserlerini meydana getiren Hoca Mesud Türkçe’nin yetersizliğinden yakınmakta, yalın bir ifade kullandığı için de “terkip ve tertip bilmezlikle” suçlanmaktan çekinmektedir (Süheyl ü Nevbahâr, s. 573-574).

Hoca Mesud’un bu tercümeleri, XIV. yüzyıl Türkçesi’nin kelime hazinesi ve gramer yapısı bakımından son derece önemlidir. Döneminde kullanılan deyimleri ve atasözlerini nazma geçiren şairin dili sade olup Arapça ve Farsça kelimelere oldukça az yer vermiştir. Bazı vezin kusurları bulunmakla beraber onun nazma hâkim olduğu göze çarpmaktadır. Araştırmacılar, Hoca Mesud’un bugün bile zevkle okunabilecek başarılı tercümeler meydana getirmiş olduğu görüşündedir.

Şeyhoğlu’nun Hoca Mesud’dan naklen Kenzü’l-küberâ’sına aldığı yirmi iki beyitten on dördü bazı küçük farklarla Süheyl ü Nevbahâr’da, dördü Ferhengnâme-i Sa‘dî’de yer almaktadır (bunlar için bk. Kilisli M. Rifat [Bilge], II [1928], s. 402-403). Diğer beyitlerin varlığı, Hoca Mesud’un bu iki eserin dışında başka eserlerinin yahut bazı manzumelerinin olabileceğini düşündürmektedir.

BİBLİYOGRAFYA

Hoca Mesud (Mes’ud bin Ahmed), Süheyl ü Nevbahâr: İnceleme-Metin-Sözlük (nşr. Cem Dilçin), Ankara 1991, s. 1-184, 573-576; Ferhengnâme-i Sa‘dî Tercümesi yahut Muhtasar Bostan Tercümesi (trc. Hoca Mesud, nşr. Veled Çelebi - Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1340 r./1342; Şeyhoğlu Mustafa, Kenzü’l-küberâ ve mehekkü’l-ulemâ (nşr. Kemal Yavuz), Ankara 1991, vr. 12b, 19b, 36b, 39b, 45a-b, 54a-b, 63b, 80a; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 19b; Mehmed, Işknâme (nşr. Sedit Yüksel), Ankara 1965, neşredenin girişi, s. 2-7; Gibb, HOP, I, 201-203, 226-227; Veled Çelebi, “Edebiyyât-ı İslâmiyye”, Tercümân-ı Hakîkat ve Musavver Servet-i Fünûn Tarafından Girit Muhtâcînîne İâneten Nüsha-i Yegâne-i Fevkalâde, İstanbul 1313, s. 54; Hıfzı Tevfik v.dğr., Türk Edebiyatı Numûneleri, İstanbul 1926, s. 181-184; J. H. Mordtmann, Suheil und Nevbehar, Romantisches Gedicht des Mes’ud b. Ahmed (8 Jhdt. d. H.), Hannover 1925, önsöz, s. 5-13; M. Fuad Köprülü, Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri, İstanbul 1928, s. 12; a.mlf., Eski Şairlerimiz: Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1934, s. 10; a.mlf., “Kitâbiyât Tenkit ve Tahlilleri”, TM, II (1926), s. 481-483; a.mlf., “Ferhengnâme-i Sa‘dî yahut Muhtasar Bostan Tercümesi Süheyl ü Nevbahâr”, a.e., II (1926), s. 481-489 (aynı yazının bazı küçük notlar ilâvesiyle yeniden neşri: “Hoca Mes’ûd”, Araştırmalar, s. 174-191); a.mlf., “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Umumî Bir Bakış”, YT, I/4 (1933), s. 284; a.mlf., “Türkler (Türk Edebiyatı)”, İA, XII/2, s. 538; a.mlf., “Türks (Littérature turque. othmanlı)”, EI (Fr.), IV, 991, 993; Tahsin Banguoğlu, Altosmanische Sprachstudien zu Süheyl ü Nevbahâr, Breslau 1938; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 115-116; Banarlı, RTET, I, 383-384; Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri, Ankara 1972, I, 270-272, 292-294; Gönül Alpay, Aḥmed-i Dāī and His Çengnāme, Cambridge 1973, s. 6; Âmil Çelebioğlu, Sultan II. Murad Devri Mesnevileri (doçentlik tezi, 1976, Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi), s. 35-39; Fahir İz - Günay Kut, “Mes‘ûd b. Ahmed”, Büyük Türk Klâsikleri, I, 302-303; Semih Tezcan, Süheyl ü Nevbahar Üzerine Notlar, Ankara 1994; Mustafa Özkan, Türk Dilinin Gelişme Alanları ve Eski Anadolu Türkçesi, İstanbul 1995, s. 159-175; a.mlf., “Hoca Mes‘ûd, Hayatı ve Eserlerine Dair”, TDA, sy. 84 (1993), s. 183-202; K. Süsheim, “Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes’ûd b. Ahmed”, OLZ, sy. 6 (1927), s. 508; Kilisli M. Rifat [Bilge], “Süheyl ü Nevbahâr’a Dâir”, TM, II (1928), s. 401-409; Şerif Hulûsi, “Ferhengnâme-i Sa’dî’nin Üçüncü Nüshası ve Velet Çelebi-Kilisli Rifat Neşrile Mukayesesi”, a.e., IV (1934), s. 295-303; Walther Björkman, “Die Al-tosmanische Literatur”, Ph.TF, II, 416-417; Zeynep Korkmaz, “Ḳābusnāme ve Marzubānnāme Çevirileri Kimindir?”, TDAY Belleten (1967), s. 272, 274-275; a.mlf., “Şeyhoğlu Mustafa (Sadrü’d-din)”, TA, XXX, 275-276; Kemal Yavuz, “XIII-XVI. Asır Dil Yadigârlarının Anadolu Sahasında Türkçe Yazılış Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüşleri”, TDA, sy. 27 (1983), s. 12, 24, 25, 26; Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatı, Eski”, TA, XXXII, 91; Abdülbaki Gölpınarlı, “Bustan”, İA, II, 823; C. A. Storey, “Teftâzânî”, a.e., XII/1, s. 121; “Ferhengnâme-i Sâdi”, TDEA, III, 198; “Hoca Mesud”, a.e., IV, 248; Adnan Karaismailoğlu, “Bostân”, DİA, VI, 307.




Bu haber 1253 defa okunmuştur.

Gülşehir Nöbetçi Eczaneleri
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
VİDEO GALERİ
YUKARI