Bugun...
Debboy...


Prof. Dr. Emrullah Güney
emrullahguney@gmail.com
 
 

facebook-paylas
Tarih: 13-12-2017 21:45

BİR ANADOLU BELDESİNDE CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI (1950 sonları)

Nevşehir'in kuzeyi, Gülşehir yolu dolayı. Evler bitiyor. Arada Taskobirlik ( Üzüm üreticileri kooperatifi, Tarım Satış Kooperatifleri Birliği ) yapıları var. Sonra Nar beldesi başlıyor.

Debboy geniş bir boşluk. Kumluk. Seyirci yerleri olmayan ayaktopu oyun alanı. Halk, toplanıp, ayakta izliyor maçları. Taşlara oturanlar da oluyor. Her oyun bitişinde döğüş... ''Hakem taraf duttu.'' Taşların altına saklanmış sopalar çıkarılıyor; önceden hazırlık yapılmış... Taş bol; büyüklü küçüklü... Kafalar yarılıyor, akacak kan gövdede, damarda  durmazmış.

Sonraları , Kadim Muşkara, Nevşehir kazası , Niğde'den ayrılarak il yapılıp, 67'den biri olunca, TBMM'nin İl Yasası'nı onayladığı tarih unutulmasın diye, o günün adı verilen 20 Temmuz İlkokulu ortaya çıktı , Debboy biraz küçüldü. Okulun avlusu genişti  (1962’de Kız Öğretmen Okulu’na dönüştü İlkokul yapısı ).

Giderek Debboy'un Gülşehir yolu yanına oturma yerleri yapılıyor , üzeri de örtülüyor da, protokol, konuklar yağışlı günlerde ıslanmadan törenleri izleme olanağına kavuşuyor.

.......................

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreni...

Ömer Amcanın (Çeliköz) ikide bir bozulan al boyaklı Ford, 1940 model itfaiye  aracı ( arazöz ) beldenin yollarını sulamış. Ekim ayı bitmek üzere, güz güneşi olsa da ısıtıyor. Islak kumlu yollarda yürümek hoşuna geliyor  insanların. Deposundan su sızdıran tanker Debboy'dan içeri girdi. Oyun alanının çevresini fırdolayı suladı. Halk oturma yerlerini doldurmuş; alkışladılar Ömer Ağa'yı. O da pos bıyıklarını sıvazlayarak, bir eliyle direksiyonu kıvırırken, kolunu camdan çıkarıp selama karşılık verdi.

Polisler, bekçiler, zabıtalar selam durdu… Protokol geliyor…

Vali Dr Nafi Tamer, yanında eşi Emel Hanım, hep gülümseyen güzel kadın, Emniyet Müdürü Nihat Aksoy, Vali Muavini İbrahim Çopuroğlu, Nafia Müdürü Ahmet Bodur, İl Jandarma Kumandanı Albay Asaf Koç, Askerlik Şubesi Başkanı Albay Osman Şahin, müdürler, Belediye Reisi Kemal Dedeoğlu yerlerini almıştılar.

Başlarında öğretmenleri ilkokul, ortaokul, lise öğrencileri girdiler. Küme küme. Kafalarında şapka. Binlerce öğrenci. Yüksekten bakınca dalgalı deniz gibi, gökçe gökçe…

Her okulun bando takımı var. Müzik öğretmeni sayısı pek az, yetersiz yeni ilde. Belli ki, okullarda dersler başlar başlamaz prova yaparak hazırlanmış öğrenciler. İzci kursu görmüş öğretmenler de yardım etmişler.

Her okulun adı sesbüyütücüden duyuruluyor:

‘’ Cumhuriyet İlkokulu , İstiklal İlkokulu !’’

‘’ Zafer İlkokulu , İbrahimpaşa İlkokulu !’’

‘’ Muhtelif Gayeli Ortaokul !’’

‘’ Nevşehirimizin medarı iftiharı şanlı , muvaffakiyetli Lisemiz !’’

‘’ Sanayileşen memleketimizin iftiharı Erkek Sanat Enstitüsü !’’

‘’ Marifetli çocuklarımızın, müstakbel anaların okulu Kız Meslek Lisesi !’’

Her okulun çocukları, gençleri  geçerken alkışlayanlar , ‘’Yaşa, vaar ool! ’’ diye bağıranlar oluyor.

Türkçe, edebiyat öğretmenleri okullardan gür sesli çocukları seçmişler; şiirleri onlar okuyor. Bir genç de Cumhuriyet nasıl ilan edildi, ne zorluklarla Seferberlik’te yedi cephede nasıl çarpıştık, Çanakkale-Gelibolu Yarımadası Savaşları üzerinde daha uzun durdu, İstiklal Harbi utkularını  nasıl kazandık, bağıra bağıra anlattı.

Son olarak Lise Edebiyat Öğretmeni Aziz Yalçın  kürsüde konuştu, cumhuriyetin, bayramın anlamını, önemini vurguladı.

Ne denli çok öğrenci var böyle !

İkinci Dünya Savaşı sonrasında nüfus artışının ne denli yüksek olduğunu anlamak için bayram kutlamasına katılan öğrencilere bakmak gerekiyor.

Lisenin gençleri, başlarında Beden Eğitimi öğretmeni Nihat Bilgen, insan kulesi yaptılar. Kaç kat… Aman, düşebilirler. Küçük bir dikkatsizlik her şeyi bozabilir. Güçlü kuvvetli , sağlıklı gençler seçilmiş olsalar da. Tam Vali’nin,  Reis’in önünde bir kule ortaya çıktı. Genç olsalar da bacakları titriyor. Zaman zaman kızlar, kadınlar çığlık çığlığa sesleniyorlar. En üste çıkan genç, göğsünden çıkardığı Türk Bayrağı’nı öpüyor, sonra Protokole doğru gösteriyor. Alkış, alkış… En çok bu gösteri beğeniliyor, gözler yaşarıyor. İstiklal Harbi gazileri var yamalıklı giysiler içinde; dayanamayıp ağlıyorlar. Vali, Reis de ayağa kalkıp alkışlıyor gençleri. Sonra  öğrenciler en üstten başlayarak iniyorlar, kuleyi bozup, arkadaşlarının yanına yürüyorlar.

Okulların yürüyüşü , gösterisi bitti. Stadyumun bir köşesine çekildiler. Beklemeğe başladılar.

Sonra , esnaf sökün etti.

Debboy kapısından tek tek girerken kamyonlar, bir alkış yağmuru, bir şamata, bir ıslık, bir tantana…

Fırıncı esnafını temsilen … Bir ocak yapmışlar yan tahtaları açılmış kamyon kasasına. Hamurkar unu suyla yoğuruyor. Hacı emmi kürekle fırına veriyor hamuru. Bir çırak, önceden hazırlanmış küçük ekmekleri seyircilere doğru saçıyor. Arada ince uzun simitler ( Nevşehir simidi ünlü ) de atılıyor. Halk, kapma telaşında onları. Birisi bağırıyor kalabalıkta : ‘’ Tahinli simit isteriiiz !’’…

Kızılırmak kıyılarından alca boyaklı çamur, killi balçık. Kamyonun üzerinde çanakçı tezgahı. Usta testi yapıyor. Çırak çamuru hamur gibi karıyor. Ustanın ayaklarıyla elleri uyumlu, bir eser ortaya çıkarmanın gururu, öğüncü yüzünde. Sonra önceden yapılmış küpcükleri yanalakta sıralıyor. Güneş altında kuruyacaklar. Avanoslu Kamil usta, tam Vali’nin önüne geldiği zaman bitiriyor işini, telle kestiği güzel vazoyu kaldırıp gösteriyor seyircilere. Alkış, alkış…

Leblebici esnafı var sırada. Nohutların kavrulduğu kazanlarda çevire çevire leblebi yapanlar... Kamyonun üstünde zenaatlarını icra ederekten. Ustanın da çırakların da yüzlerine kara boya çalınmış. Nar’a giden sokağın iki geçesindeki esnafı temsilen… Bir çırak, önceden gazete kağıtlarına sarılarak hazırlanmış küçük leblebi külahlarını halka doğru savurmağa başlıyor. Sarı leblebi bunlar;ucuzundan…Sakız leblebi pahalı. Şekerli leblebi hiç dağıtılmıyor.

Bir coşku, bir sevinç...10 kuruşluk leblebi külahını kapan kendini Milli Piyango’dan büyük ikramiye çıkmış gibi talihli görüyor. Bir şamata, bir tantana... Külahları yakalayamayanlar üzgün... Arada külahlardan yırtılanlar oluyor, leblebiler seyircilerin üstüne başına dökülüyor. Boşa mı gitsin, bulabildiklerini yiyorlar gülerek, gülüşerek.

Ürgüp’ten Necdet Güner gelmiş. Kapadokya turizminde bir öncü O. Bir misyoner sabrıyla uğraşıyor, bölgeyi yerli yabancı herkese tanıtmak için uğraşıyor. Skoda kamyonetiyle törene katılmış. İnce tellerden yaptığı peribacalarını  gazete kağıdına sarmış, seyircilere doğru atıyor yardımcısı… Yakalayanlar mutlu.

Saraçları temsilen Osman ağa zenaatını icra ediyor. Koşum takımı üretiyor. Rakipleri yaman. Nitelikli iş yapmazsa bu meslek yaşamaz. Öyleyse ! Çırak Zübeyir  ile çalışıyor usta. Deri dışında muşamba da kullanılıyor, öğrenciler için okul çantaları, heybeler  de yapıyorlar.

Palancı, semerci , eğerci ustası oturmuş sedire, işini yapıyor yavaştan. Sultansazlığı Yay Gölü’nden getirilmiş kamışları kesiyor koca bir makasla çırak. Usta bir müşteriye palan hazırlıyor. Bitiyor iş, köylü omuzluyor , götürüyor. Bağı, bahçesi olan ailelerin olmazsa olmazı eşek, katır, at. Öyle olunca halkın en çok gereksinim duyduğu zenaatçı da semerci, palancı. Arabaları da atlar çekiyor. At eğeri, sahtiyan İspanyol işi daha çok Maraş taraflarından geliyor.

Beldede iki fotografçı var yalnızca : Foto Aile Mehmet Sivri. O yok. Muhalif olduğu yaygın kanı. Öbürü kim ? Saçıyla, sakalıyla halkın, ders kitaplarından bildiği Namık Kemal’e benzettiği Foto Menekşe Necati Usta bir kamyonun üstüne karta basma aygıtını yerleştirmiş. Önce fotoğrafını çekiyor Vali’nin, Reis’in. Sonra hemen orada yapmışçasına aygıttan geçirdiği filmi büyük karta basıyor. Önceden hazırladığı büyük boy resimleri leğendeki kimyasal sıvıdan çıkarıyor ıslak ıslak. Kartlardan sular damlıyor. Halk alkışlıyor, ıslıkla ustayı beğendiğini ortaya koyuyor.

Pek yavaş ilerleyen bir traktör vagonetinin  üzerinde yığılmış tepe gibi sazlar, kamışlar… Eski kilimleri, halıları kırpıp kırpıp torbalaştırmış, içine uygun boyda tıkıştırıyor Semai usta. Sedir yastıksız olmaz. Berdi yastık odaya bir güzellik verir. Konuk odasında, konuk önce gözüyle beğenecek sediri, köşeleyecek halı minderin üstünde, yaslanacak berdi yastığa , sonra karnını doyuracak. Berdi yastık gelin çeyizinin de en önemli eşyaları arasında sayılır… Usta, çırağıyla , göstere göstere icra ediyor zenaatını. Seyirci alkışlıyor…

Büyük Sinema karşısındaki pabuç boyayıcılar bu kez kamyon üstünde zenaatlarını icra ediyorlar. İştahlı iştahlı fırça sallıyorlar. Üç genç boyacı sandığına ayaklarını dayamış, sırada bekleyen iki kişi de görülüyor. Seyirciler gülüşüyor. Laf atanlar var : ‘’ Ayna gibi olmazsa para virmem haa! ‘’

Kurban bayramı öncesinde evde yapılan en önemli hazırlık nedir ? Bıçakların bilenmesi. Mustafa ağa ayağıyla çalıştırdığı bileyici çarkını çevirerek geliyor. Kamyonun üstüne yerleştirilmiş aygıttan kıvılcımlar çıkıyor. Usta gözlerini kısmış bıçak biliyor. Keskin bıçakla iş ürer, kesme, yüzme ivme kazanır. Kasaplar için de bileyici ustanın yaptığı iş önemli. Keskin bir orakla ekin biçmek… İyi bilenmiş tırpanla, kokusunu ala ala yonca biçmek… Tarımcı,bahçeci, hayvan yetiştiren halk için bileyici usta önemli…

Bir tüfek sesi miydi, ne ! Evet bir kamyonun önüne Cemiyet’in koca levhasını söküp takmışlar : Nevşehir Vilayeti Avcılar ve Atıcılar Cemiyeti…Debboy’un kapısından girerken ilk tüfek patlıyor. Herkes irkiliyor. Avcıların gösterisi pek ilgi çekiyor. Tekli, çifte kırma tüfekliler. Müsellah… Tam Vali’nin, Reis’in, müdürlerin önüne geldikleri zaman kamyon duraklıyor. Avcılar başlarında kulaklıklı meşin şapkalarına ellerini götürerek selama duruyorlar. Bir anda kafeslerin kapakları açılıyor. Çat koyaklarından, Uçhisar derelerinden yakalanmış güvercinler güya özgür bırakılıyor. Savaş başlıyor. Hangi avcı iyi nişancı !  Tetik düşürüyorlar. Havada uçuşan kanat telekleri, saçma yiyip düşen kanlı güvercin gövdeleri. Alkış, ıslık, “yaşaaa, vaar oool ’’ sesleri. Vali’nin hanımı ürkmüş, titreyerek kocasına sığınmış bu kanlı gösteriden, elleriyle gözlerini kapatıyor... Seyircilerin arasına düşen kanlı küçük gövdeler kapışılıyor; akşam kebap olacaklar. Salınan güvercinlerin çoğu, kısa süre özgür kalabildiler, ömürleri sona erdi. Az sayıda güvercin belki birkaç saçma yaralamış olsa da kanatlarını, bulutsuz gökyüzünde uçup Nar’a doğru kanat açıp özgürleştiler, havada uçuşan birkaç tüy bırakarak, yuvalarına ulaştılar.

Marangozlar girdi arkadan... Bir traktör vagonetine yüklenmiş tezgah... Özden getirilmiş bir selvi gövdesini biçiyor kasnağın çalıştırdığı hızar. Testere ile kesiyor bir parçayı çırak. Usta pek ciddi. Kulağının arkasına sıkıştırdığı kalemle biçilmiş tahtayı çiziyor; şimdilik bu kadar, kapı ve pencere yapımı dükkanda sürecek...

Çerçi ile kokucu yan yana yürüyorlar. Çerçinin satacağı tüm eşyalar katırın üstündeki iki sandıkta. ‘’Çerçi geldi, çerçiii !’’ diye bağırıyor. Öbürü sesleniyor : “Mekke’den, cennet kokularııı…’’ Bir yurttaş kokucuya yaklaşıyor, yaşlı adam ehil elleriyle gencin ceket yakasının arkasına, gırtlağına kolonya fışkırtıyor, parasını alıyor. Bir hamleyle Vali’ye yaklaşmak isterken koruma polisi önlüyor. Vali gülümsüyor, Vali’nin hanımı gülüyor olan bitene. Kamyonculuk geliştikçe, yollar düzeldikçe çerçilik zor yaşıyor. İyi para kazanamamanın bungunluğu çerçinin yüzüne yansımış. Seyirciler alkışlayınca sanki gençleşiyor yaşlı çerçi ile kokucu. Kısa süreli bir ıtriyat dükkanı kokusu bırakarak tören yerinden uzaklaşıyorlar. Koku satın alana takılıyor seyirciler : Çerçi eşeği gibi kokuyorsun.

Lokantacı esnafı tencerelerde yemek pişiriyor. Yan kapakları açılmış kamyonda aşçı, çırak çalışıyor. İki masa; örtüleri apak bez… İki kişi oturmuş yemek bekliyorlar. Önceden hazırlanmış yemekler gaz ocağında ısıtılıyor. Çırak pompalıyor ocağı. Kamyon yavaş yavaş geçerken aç müşteriler güya yemek yiyorlar.

Yığın yığın ince şıvgacık ağaç dalları, çipliler, gılamadalar… Ahmet usta, yanında çırağı Ali ile ne yapmakta ? Bağı, bahçesi olanın neye gereksinmesi varsa onu, onları… Sepet, zembil, sele, küfe… Zenaatını icra ederken kamyon üstünde, halk alkışlıyor. Her evde onun yaptığı iş var çünkü.

Bir kamyonetin üzerinde kalpaklı, üniformalı yaşlı, orta yaşlı insanlar. Göğüslerindeki madalyalar parıl parıl parlıyor. Selama durmuşlar. Levhada bir yazı : Türkiye Muharip Gaziler Cemiyeti Nevşehir Şubesi. Kiminin bacağı yok, kiminin eli, kiminin bir gözü. Gururla geçiyorlar. Onlar İstiklal Harbi gazileri. İyice yaşlanmışlar artık. 60’ına baskıç dayamışlar. Biraz daha genç olanlar, 30’lu yaşlardakiler  8 yıl önceki savaşın, uzak mı uzak, Kore Harbinin gazileri. Açmışlarsa eğer bir dükkan, herkes onları ‘’Koreli’’ olarak tanıyor. Seyirciler arasında gözleri yaşaranlar var, ağlayanlar var. Tören yerinden ayrılıncaya değin alkışlanıyorlar.

Çiftçisin; gece su nöbetin olur. Çobansın; sürüyü gecenin ayazında beklersin. Evin de süsü, bezeği. Öyleyse keçeye, kepeneğe gereksinmen var. Ak, kahve boyaklı ağustos kırkımı yünleri sermiş usta,  kamyonun yan tahtaları açık kasasına. İyi keçe deve tüyünden olurdu, lakin deve kalmadı artık. Ustamız ter dökerek keçe yapma eyleminde. Bir tören geçidinde tüm eylemler gösterilebilir mi ? Islama, tepme, kapaklama, pişirilme, ovulma, kazıklama, dizleme, tığlama , dürümleme… Göğsüyle sıkıştırıyor, diziyle döğüyor usta. Kalınlık aynı olmalı Çırak, boduçtan aldığı suyu parmaklarının arasından yavaş yavaş akıtarak yünleri usulünce suluyor. Demek ki, ustanın teri yetmiyor. Ustanın terle karışık gözyaşı da yetmiyor. Tam protokolün önüne geldiği zaman ayyıldızlı keçe ortaya çıkıyor. Vali, reis alkışlayınca keçeci esnaf yorgunluğunu unutuyor. Evin  insanının da , kırlardaki bekçinin de , sürüyü güden çobanın da vazgeçemeyeceği eşyasıdır bu.Eyerin,palanın,semerin altına da keçe konulanda hayvanlar, sırtı yaralanmadan, yük taşırlar.

Şekerci esnafı... Şahin ağa , yanında çırağı… Külahlara koydukları akide şekerlerini, elma şekerini, horoz şekerini, cıncık şekerlerini, dörde bölünmüş lokumları , eski gazete kağıtlarına sarılmış küçük helva parçalarını halka doğru savuruyorlar. Seyirciler birbirini çiğneyerek şekerleri, helvaları  kapma yarışında.

Terzi esnafı... Refik Usta, çırağı, bir müşteri.  Singer dikiş makinesi de hazır. Usta, gözlüğünü burnuna indirmiş, göynek dikiyor. Kalfa bir müşterinin üzerinde ceketi deniyor. Bir çırak kömürlü ütüyle pantolon ütülüyor. Bir başkası yama yapıyor. Bir çırak düğme dikiyor gülerekten.

Seyirciler arasında onları tanıyanlar var. Laf atıyorlar. Usta, kalfa, çıraklar ciddi ciddi iş yapıyorlar.

Sünnet, nişan, düğün, asker uğurlama… Müziksiz olmaz. Muhacir Mahallesi’nde eski yıkık evlerde yoksulluk içinde yarı aç, yarı tok yaşayan esmer yurttaşlar işte böyle ulusal bayramlarda anımsanıyor. Davulcu, zurnacı, deplekci… Bir kamyonetin üstünde zenaatlarını icra ediyorlar. İştahlı iştahlı, tüm maharetleriyle çalıyorlar enstrümanlarını. Herkes de alkışlıyor. Reis, bir çarşıağası ile harçlık gönderiyor. Dönüyor Şeref Locası’na müzisyen, teşekkürünü en içten nağmelerle dillendiriyor, zurnasıyla ‘’gelin getirme’’ havasını çalıyor. Ardından ‘’taze gelinin anaevinden ayrılma ağıtı’’…

İşte berber… Kamyonun üstüne lavabosuyla, şusu, busuyla minyatür bir dükkan yapmışlar. Tuvalet masası önündeki sandalyede oturmuş müşteriyi berber Nevzat traş edecek. Sabunu köpürtüyor, usturasını kaydırıyor. Gerçekten de traş. Laf atıyorlar: ‘’ Aman diggat, kesip de ganatma bi yerini !’’

İki tezgah: Üzerlerinde birinin Ürgüp yazıyor, diğerinin Avanos… Halı dokuyor kadın, çocuk, genç kız, gelin. Parlak giysileri güneş altında yalp yalp balkıyor. İlmek ilmek… Kirkit sesleri… Bir halı bitmek üzere. Tam Vali’nin önüne geldiği zaman kamyon, duraklıyor. Halıcı genç kız makasla kesiyor halıyı, gösteriyor seyircilere: Üzerinde Gazi Kemal Paşa’nın Mareşal üniformasıyla resmi işlenmiş. Alkış, alkış… Gelinlerin çeyizi halısız olmaz. Genç kızlar gülümsüyorlar, terli al yanaklarıyla daha da güzeller. Maharetli, marifetli, becerikli … O gece, kaç delikanlı, uykularında o kızları görecek, kim bilir…

Gazete satıcısı Ahmet Ağa, oğlunun kullandığı sepetli motosikletine oturmuş , satamayıp dükkanda kalan, yer kaplayan eski gazeteleri , ucuz dergileri dürüp büküp tribündekilere fırlatıyor. Islıkla, bağırarak karşılık veriyor seyirciler. Dergileri evlerine götürüp çocuklarına verecekler. Bayar’ın, Menderes’in resimleri çıkarsa, çerçeveletip duvara asacaklar.

Yığın yığın kasnak… Büyüklü küçüklü… Bağırsak derileri ince ince dilinmiş, ipleştirilmiş. Ne yapılacak onlarla! Elek, kalbur, gözer… Sık örgülü olanı var, seyrek olanı var. Bağdaş kurup oturmuş Melahat hanım, yanında kızı, damadı ile zenaatını gösteriyor. Tahıl üreten aile için önemli, olmazsa olmaz eşyalar üretiyor aile. Laf atanlar oluyor, çarşı ağaları sert sert bakarak onları susturuyor. Sonra alkışlıyor halk.

Bir traktör vagonetinin üstünde kasap, yanında çırağı… Çengele asılmış bir koyun gövdesinden parçalar kesiyor. Yavaş çekilmiş film gibi. Ustanın hareketleri yavaş. Çırak kıyma makinasının kolunu çeviriyor, eliyle aldığı kıymayı yağlı kağıda koyuyor.

Kalın kaşları gözlerinin üstüne inmiş Ömer Ağa ciddi ciddi pabuç yapıyor. Onu tanımayan, sevmeyen yok beldede. Sanki karikatür dergisinden çıkmış, canlanmış gibi. Ağzında cigara, duman girmesin diye çizgileştirdiği gözleriyle tribündeki seyircilere de bakmadan edemiyor. Alkışlayanlara gülümseyerek karşılık veriyor. Bir çırak, solüsyonu yırtık cizlavit lastiğe sürerek onarıyor. Çarık yok artık, unutuluyor.

Demircileri taşıyan kamyon giriyor. Örs ile çekiç. Demirciler demir döğer; tunç olur... Çapa, kürek, keser, orak, tırpan, bel yapıyorlar. Kamyon yavaş ilerliyor ki, seyirciler iyice görsün.  Sürücü göz ucuyla protokoldeki zevata bakıyor. Alkışlayan da oluyor. O zaman usta, kalfa, çırak pek memnun kalıyor, mutlulukla ışıldıyor yüzleri.

İşte radyo, gramofon onarımcıları… Ellerinde tornavida, gelin sandığı büyüklüğünde iki radyoyu çalışır duruma getirme telaşında. Tam valinin önünden geçerken onarım bitiyor(!); radyo çalışıyor. Sesbüyülten aygıta bağlanmış radyo yeri göğü inletiyor. Ankara’daki gösteriler anlatılıyor. Seyirciler alkışlıyor; çırak da o sırada bir gramofonun kolunu çevirerek şarj ediyor. Bir plak çalınıyor, Damsalı Refik Başaran’ın sazı, sesi duyuluyor, giderek zayıflıyor sonra :

                                 Garşı dağda sıra sıra bademler

                                 Otursun ağlasın yari gidenler…

                                 Ne gız oldum ne gelin

                                 Kör olsun gurbeti icad idenler…

Üzüm satıcıları bir kamyonun üstünde çevreye bakıyorlar. Taze üzüm olsa olsa Çat Köyünde kaldı. Bir gün önce dükkanlarında kuru üzümü küçük küçük külahlara doldurmuş esnaf, çırakların yardımıyla onları yurttaşların üzerine savuruyor. Küfe, sepet, zembil, sele... Üzüm dolu. İyi bir hasat mevsimi geçirildi. Esnaf cömert...

Kamyon kasası yapan ustalar tak tuk, küçük model bir kasa , traktör vagoneti üstüne konulmuş, yavaş yavaş geçmekte. Tahtaları çakılmış; sıra boyamada. Göreli İsmail Kaynak elinde boya kovası, fırça; ciddi ciddi boyuyor. Tam Vali’nin önünden geçerken adını yazıyor, göz ucuyla protokol sıralarına bakıyor.

Nalbantları taşıyan kamyon Debboy'dan içeri giriyor. At, eşek, katır, sıpa olması gerekir; yok. Hemen bir söz yayılıyor seyirciler arasında. '' Gamyona bindirmişler eşşeği; amma velakin, ürkmüş de gaçıp gitmiş ahırına.''

Nalbant çırağın yardımıyla nal  çakar gibi yapıyor bir garibanın ayağına. Beldenin en yoksul, biraz da akıl yoksunu delikanlısı bu. Anlaşıldı; cebine ücretini koymuşlar; birkaç lira. Halk gülüşüyor, acıyanlar da çıkıyor.

Nevşehir'in tavası ünlü... Tavacı esnaf kamyonun üstüne ocak kurmuş, tava yapıyor. Daha öğlene iki saat olsa da, halk yutkunarak seyrediyor. Sarmısaklı bir tava, yanında has şehir ekmeği, üstüne helva... Ne hoş olurdu...

Motosikletli , bisikletli gençler geçiyorlar. Ellerini gidondan bırakıp, ayağa kalkarak Vali’yi, protokol zevatını selamlıyorlar. Alkış alınca mutlu oluyorlar. Bu arada birkaç bisiklet birbirine giriyor; binicileri düşüyor yere, seyirciler gülüşüyor. Bazı motosikletler daha havalı ; sepetleri var. İçine gömülmüş bir eski memur, esnaf oradan protokol sıralarına bakıyor.

Bir kamyonun üstünde esnaf yok. Çocuklar sağa sola çevire çevire  gösteriyorlar çerçeveli resimleri.  Bayar’ın, Menderes’in büyük boy resimleriyle donatılmış, boyaklı kağıtlarla süslenmiş… Kocaman bir yazı dikkat çekiyor: Nevşehir halkı, Muhterem Reisicumhurumuza, Muhterem Başvekilimize  minnettardır. Kamyon tam tribünün önünden geçerken Vali, Reis ayağa kalkıp alkışlıyor. Foto Menekşe’nin çırağı o anda deklanşöre basıyor. Ertesi gün beldenin gazetesinde o resim yer alacaktır.

Kalaycılar giriyor kamyonun üstünde. Çırak ocağı harlı tutuyor körükleyerek. Usta, dudakları arasında cigara, gözlerini çizgileştirmiş; bakır kapları , helkileri kalaylıyor. Halk alkışlıyor. Her evde bakır sahan, tas, tencere, kazan var. Bakır cengi gökçe yeşil olur, ağuludur; öldürür... Kalay çubuğunun ucundan azıcık harcayan usta, dumanın, buğunun içinde , gördüğü ilgiden mutlu, işini ciddiyetle yapıyor.

Bir traktör vagonunun açık kapakları… Varşova marka hurda bir kamyonet. Kaza sonucu ezik büzük. Usta elinde çekiçle tak tuk kaportayı düzeltmeğe çalışıyor. Eli yüzü karalı, yağlı. Kalfa, çırak ellerinde anahtar, tornavida, vida… Bozuk motoru çalıştırma ereğindeler. Tam Reis’in önüne vardıklarında motoru çalıştırıyor usta. Reis ayağa kalkıp alkışlayınca, usta mutlu oluyor; eğilip selam veriyor.

İki ayaktopu takımı var beldenin. Birbirine rakip. Lise öğrencileri ama, çoğunluğu il dışından. Üzerlerinde  takımlarının formaları... Her zaman böyle bulunmazlar bir arada. Zaman zaman döğüşler de olur. Kamyonun yan kapakları açık ; topa vuruş denemeleri... Kaleci şutları yakalıyor. Fotoğraflardaki gibi cuğ çökmüş halde poz da veriyorlar. Protokol önüne geldiği zaman kamyon, futbolcular tüm ciddiyetleriyle dinelip selama duruyorlar. Tam o anda bir seyirci bağırıyor : '' Damat İbrahim Paşa'nın torunları , sizden gonşu şehirlerden galibiyetle gelmenizi bekleriz.''  Bir başka seyirci bağırıyor: '' Ne torunu yav!  Hepsi başka şehirlerden gelmiş, transfer bunlar...’'' Kavga çıkabilir. Reis arkaya dönüp Belediye zabıtalarına sert sert bakıyor. Mesaj alınmıştır : Kavgaya izin yok.

Kayseri Şeker Fabrikası açıldıktan sonra çevre illerde pancar ekimi yaygınlaştı. Damsa köylüleri en iri pancarlarla kamyonun üstünde yerlerini almışlar. Bir torbada toz-kristal şeker, bir diğerinde kesme-kahve şeker var. Halk bekliyor ki, külahların içinde onlar da saçılsın. Yok, hazırlık yapılmamış… Islık, ıslık…

Göre’de , Eneği’de , Mazı’da iyi patates yetiştiriyor köylü. Uzun çubukların ucuna en irilerinden, birkaç kilo çeken de var- patatesleri takmış köylüler gururla, ürünlerini göstere göstere geçiyorlar. Kamyonda çuval çuval patates görülüyor. Ağızları dikilmemiş, kasaya dökülenler de en irilerinden seçilmiş. Seyircilerin başı yarılmasın, gözü çıkmasın  diye, onlar saçılmıyor, atılmıyor.

Yapı taşı yontanları taşıyan kamyon giriyor. Taş ocaklarından koparılmış yamrı yumru halapaları ustalar yontuyor. Üstleri, başları, yüzleri apak, saçlarında, sakallarında taş kırıntıları... Yanardağ kayası, yontulurken böyle yapar emekçiyi… Belediye Reisi'nin yanındaki kişinin Karadenizli  konuk olduğu söyleniyor. Adam, yanında hanımıyla izliyor yontucuları. Belli ki, ilk görüyor bu eylemi...

Bu sonbahar gününde serin seher yelleri eserken, seyircilerin burnuna yünsü yünsü kokular geliyor. Konuşan, gülüşen insanlar dikkat kesiliyorlar. Bir kaval sesi mi çalındı kulaklarına, ne ! Evet , Debboy’un koca kapısından bir çoban giriyor kavalını çalaraktan, arkasında davar sürüsü…. Kepeneğinin altında şapkalı , boylu boslu yiğit bir çoban. Gururla yürüyor. Eşeğinin palanı üzerinde bir halı heybe, nevalesi vardır gözlerinde. Kaval çalmayı bir an bırakıyor, heybenin gözünden deveci boducunu çıkarıyor, tek eliyle havaya kaldırıp göğsüne döke döke içiyor suyunu. Sonra yine kaval çalmayı sürdürüyor. Kangal çoban köpeği boğazında tort, çobanın bir sağına geçiyor, bir soluna, sürünün güvenliği ondan sorulur. Davar sürüsü geliyor arkasından. Koyunlar kuyruklarını zor taşıyarak, birbirlerine sokulmuş hızlı hızlı yürüyorlar. Aralarda filik ( tiftik ) keçiler… Parlak , büklüm büklüm yünleri Ekim sonu güneşinde yalp yalp, ışıl ışıl parlıyor. Çoban yardımcısı çeltek en arkada. Çevreyi gözlüyor, güneşin yakıp kavurduğu yüzü tahta kaşık kadar kalmış. Çobanın kaval konseri sürüyor. Protokol, halk, öğrenciler, işlerini bitirip, gösterilerini başarıyla sunmuş esnaf, derin bir sessizlikte kepenekli çobanı izliyorlar, hayranlıkla dinliyorlar kaval sesini . Çoban, tam valinin önüne geldiğinde,  kavalını dudaklarından çekip sol eline alıyor, durup selam veriyor askerce, kolunu kaldırıyor, elini kasketinin siperine götürerek… Vali gülümseyerek teşekkür ediyor. Halk alkışlıyor…’’ Yaşaa, vaar oool ! ‘’ Islıklama yok, kargış yok… Çobanın işine, gücüne hayranlığın bir sonucu, bu halk davranışı. Cıvıklık, saygısızlık olur mu ! Davar sürüsü ilerliyor, Debboy’un dolambacını dönüyor, girdiği kapıdan çıkıyor. Çoban, yanında görkemli Kangal’ı ile, girişte olduğu gibi çıkışta da kavalını  soluğunun tüm gücüyle koygun koygun çalıyor… Havada yün kokulu  bir esinti… Arkada bırakılan, geride kalmış olan.

.....................

O gün bayram töreni sona erdikten sonra evli evine, köylü köyüne...

Öğretmenler , öğrenciler yorgun olsalar da bir bayramı daha kazasız belasız geçirdikleri için mutlu… Mülki idare amirleri de vukuatsız bir bayramı nihayete erdirdiklerinden naşi…

Birçok kişinin cebinde bir külah leblebi, bir külah şeker , küçük bir kanlı güvercin gövdesi ya da bir gazete, bir dergi, kuru üzüm... Çocuklarına, torunlarına verecekler.

Birçok kişinin belleğinde de gördüğü öğrenci yürüyüşü , izlediği esnaf gösterisi ; köy kahvesinde bire on katarak anlatacağı...        ..................................... 10 Ekim 2017. Ürgüp



Bu yazı 1843 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI