Zalim, düştüm düşeli kapına,
Lanet olsun altınına, takına!
Binmez olaydım, gelinlik atına,
Bu bayram da kara geçti bu sene…
Bana yapmadığın zulüm kalmadı.
Anam, atam hiç halimi sormadı.
Kırılmadık elim, kolum kalmadı.
Sana da bayram kara gelsin bu sene…
Ne güldün, ne de beni güldürdün!
Kendin hasta oldun, beni öldürdün.
Yirmi yıl sonra babama bildirdin.
Bu bayram sonumuz olur bu sene…
Bu yukarıdaki düzenlemede adı geçen Aksekili Zeynep’in öyküsü şöyle:
Antalya’da benim evin yanındaki apartmanda kapıcılık yapan Serkan isimli bir genç var. Benim de bazen bahçe işlerime para karşılığı yardım eder. İyi bir genç…
Bir gün konuşurken, benim de uzaktan bazen gördüğüm bir kadın geçti. Serkan bana, “Abi, bu kadın bizim apartmanda oturuyor. Bunun kocası sarhoş. Bu kadını çok döver. Geçen gün kolunu kırmıştı. Bak, başı sarılı, yine dövmüş” dedi. Ben, “Neden öyle dövüyormuş. Bir sebebi olmalı” dedim. “Yok, abi! Sarhoş, içer içer döver. Çok kıskanç. Ottan, çöpten bahane ile vurur” dedi, anlattı Serkan. “O adama burada kız bulamamışlar. Akseki’nin bir köyünden bu kızı alıp getirmişler. İçi analıkmış. Bol altın ve takı takmışlar. Orada bir adet varmış. Kız, baba evinden çıkarken, muhakkak bir ata biner, 20-30 metre gider, iner ve gelin arabasına binermiş. Bu kadın 20 sene bu halini babasına bildirmemiş. Geçenlerde babası geldi. Epey münakaşa yaptılar. Galiba karı-koca ayrılacaklar.
Gelin de boylu poslu güzel bir kadın… Hani, bir söz var ya, ağaçtan baca, sarhoştan koca olmaz diye…