Bugun...
Çanakkale Şehitlerine


Mustafa Boncukcu HAKÇA
 
 

facebook-paylas
Tarih: 18-03-2015 00:50

Mart ayı, Mehmet Akif Ersoy’un şiirleri açısından çok anlamlı bir aydır. 12 Mart 1921 tarihinde İstiklal Marşımızın kabulü ile Türk Milletine asırların şiirini hediye etmiş olan Milli Şairimizin özellikle 18 Mart 1915 tarihinde en şiddetli çarpışmaların yaşandığı Çanakkale Savaşına atfen yazdığı şiiri de İstiklal Marşımız kadar önemlidir. Çanakkale Savaşının tasviri en gerçekçi ve en yalın biçimde bu şiirle karşımıza çıkar. Fotoğrafın nadir kullanıldığı o dönemde, savaşın fotoğrafını sözcüklerle çekmiştir adeta. Her beyiti bir fotoğraf karesi olan şiir, savaşın dehşetini tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne getirir. Mehmet Akif Ersoy, bu şiirle savaş ve kahramanlık şairi olduğunu perçinlemiştir. Şairin 1924 yılında basılan şiir külliyatı Safahat’ın altıncı kitabı olan Asım’da yayınlanan Çanakkale Şehitleri bir kahramanlık destanıdır.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? 
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. 

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde -gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' 

Dedirir- Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahud kafesi! 

Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvamı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. 

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, 
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk: 
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. 

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela... 
Hani, tauna da züldür bu rezil istila! 

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluki asil, 
Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkıyle, sefil, 

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına. 

Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 

Sonra melundaki tahribe müvekkel esbab, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harab. 

Öteden saikalar parçalıyor afakı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor amakı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaazı beşer... 

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak. 

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller, 
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. 

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, 
Sürü halinde gezerken sayısız teyyare. 

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! 

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kala mı göğsündeki kat kat iman? 

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram? 
Çünkü tesis-i İlahi o metin istihkam. 

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkif edemez suni beşer; 

Bu göğüslerse Huda'nın ebedi serhaddi; 
'O benim suni bediim, onu çiğnetme' dedi. 

Asım'ın nesli diyordum ya... nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. 

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar, 

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! 

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. 

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. 

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab... 
Seni ancak ebediyyetler eder istiab. 

'Bu, taşındır' diyerek Kabe'yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle, 
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle; 

Ebri nisanı açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan; 

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem; 

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana. 

Sen ki, son ehli salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultanı Salahaddin'i, 

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran... 
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın; 

Sen ki, asara gömülsen taşacaksın... Heyhat, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, 
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy



Bu yazı 2157 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI