Bugun...
CAFİYE GELİN TÜRKÜSÜNÜN ÖYKÜSÜ


Mustafa Korkmaz
 
 

facebook-paylas
Tarih: 02-10-2020 10:57

ÖYKÜNÜN GİRİŞİ

Öykümüzün, Anadolu’nun ve Kapadokya bölgesi diye adlandırılan Nevşehir İlinin Hacıbektaş İlçesine bağlı Köşektaş Köyünde geçtiği anlatılmaktadır.

Sene 1934, Anadolu’nun orta yerinde, batılıların yer bildirimine göre de, Küçük Asya’nın İç Kapadokya bölgesinde, o günün şartlarında orta halli bir köylü ailesi yaşamaktadır. Olayın geçtiği tarihlerde Köşektaş Köyü, Avanos İlçesine bağlıdır. Köylü ailenin Rafet isimli oğulları vardır. Aile ufak çapta çiftçilikle uğraşmakta ve köylük yerde imkân oldukça da gündelikçi işçi olarak çalışmaktadır. Yörede işsizliğin yoğun biçimde yaşanması ve geçim sıkıntısının çekilmesi nedeniyle köylü delikanlısı Rafet; İzmir İline çalışmaya ve parasal nasibini aramaya gidiyor. Genç Rafet, ergenlik çağına da yeni girmiştir. Günlerden bir öğle vakti, Rafet’in annesi, köylerinde bir komşunun ziyaretine giderken, aynı köyde Berber ön adıyla anılan bir adamla yolları kesişir. Berber lakaplı kişi, kadının alımlı yürüyüşlerine kendini kaptırır ve kırsal alanda laf atma ifadesi ile bildirilen sözcüklerle tacizde bulunur. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, kadına beğeni dolu sözlerle sarkıntılık eder, laf atar. Berber’in bu laf atmalarına dayanamayan Rafet’in annesi, zamanla bu durumu kocasına ve yakınlarına söylemek zorunda kalır. Kadınına laf atılmasına sinirlenen bey, bunun altında kalmamaya ve karşı tavır sergileme fırsatlarını aramaya başlar. Zaman içerisinde evin delikanlısı Rafet, İzmir’den köylerine döner ve bu laf atma konusu ona da anlatılır. Köylük yerde yaşanan bu hoş olmayan laf atma olayı, çevreye de yayılmıştır. Aile ve yakın akrabaları, bu olumsuz sataşmaya karşı ortak bir tavır almaya ve Berber’in yanına bunu bırakmamaya karar verirler. Gün geçtikçe de, bu konudaki hırsları ve öç alma duyguları artar. Gel olur, git olur, en sonunda, Berber denilen adama ve yakınlarına karşı misillemelerde bulunmayı kararlaştırırlar.

Berber diye anılan adamın Cafiye adında genç bir kızı vardır. Gelişme çağında bulunan Cafiye’nin, köylük yerinde esmer güzelliği, göze hoş görünen gençliği, artık iyice fark edilmektedir. Günlerden bir gün Rafet’in ailesi ve yakınları, delikanlı Rafet’e derler ki;  “Sen de bu Berber’in kızı Cafiye’ye laf atacaksın, bu kızın arkasını bırakmayacaksın.”  Genç Rafet, bu tür tembih ve konuşmalardan sonra Cafiye kızın peşine düşer. Cafiye; güzel mi güzel, esmer tenli ve alımlı-çalımlı genç bir köylü kızıdır.  Rafet ise; İzmir iline gitmiş, büyük şehir ve deniz görmüş, genç ve yakışıklı köy delikanlısı…  Aradan geçen zaman içerisinde, bırakalım Rafet’in Cafiye’ye laf atmasını, iki köylü gencinin,  birbirlerinden hoşlanmaya ve karşılıklı ilgi duymaya başladıkları görülür. Çoğu kez karşılaşmalarında,  birbirlerine gülücükler atmalara ve işmar etmelere başlarlar. Rafet, genç köylü kızı Cafiye’ye aşırı ilgi duyar.  Kelimenin tam anlamıyla, esmer köylü güzeli Cafiye’ye âşık olur.

Uygun ortamlarda Rafet, bu durumu dayısına söylemeye başlar. Bazı köylü arkadaşları da artık bu karşılıklı sevginin ve aşkın iyice farkına varmışlardır. Gençlerin karşılıklı sevdaları; bu iki köylü gencini evlilik hayallerini kurmaya kadar sürükler.  Aileler arasında yaşanan laf atma gerginliği ve öç alma duygusu, ilerleyen zaman içerisinde iki köylü gencinin sevgilerinin gelişmesine ve aşka dönüşür.  Bu kızgınlık ve laf atma olayı köy halkı tarafından da bilindiği için, Anadolu geleneğinde var olan iki aile arasında dünür gitme olayını da engellemektedir. Rafet,  günlerdir ve aylardır güzel Cafiye’ye yangınlığını bir türlü beyninden atamaz. Samimi görüştüğü yakın arkadaşlarına ve dayısına, buna bir çare bulunması yolunda, yalvarmalara ve dayatmalara başlar. En sonunda, Cafiye’nin aşkına dayanamayan Rafet, içtenlikle görüştüğü köylü arkadaşları ve dayısının da olurlarını alarak, sevgilisi Cafiye’yi kaçırmaya karar verir. İşte Rafet ile Cafiye’nin, kader ve yaşam çizgileri, bu kararla değişmeye başlar.

Günlerden bir akşamüstü, Cafiye, komşu kızlar ile birlikte, sert taştan yapılmış el değirmeni ile bulgur çekmektedir. Rafet; o akşam, amcaoğulları Niyazi ve Mustafa Hüsnü’yü ve dayısını da yanına alarak Cafiye’yi kaçırır. Kaçırılma olayı, hemen Cafiye’nin babasına ve dayısı Bekir’e duyurulur. Erken davranan Cafiye’nin dayısı Bekir, silahını alarak kaçakların peşlerine düşer. Uzun süreden beri zaten gergin olan iki ailenin arası bu olaydan sonra iyice açılır. O sıralarda Köşektaş Köyü Avanos İlçesine bağlı olduğundan, kız kaçırma olayı, Avanos Jandarmasına da ihbar edilir. Avanos Jandarması her yeri sarar ve Rafet ile Cafiye’yi aramaya başlar. Kaçak köylü gençleri; önce Köşektaş’a yakın Barak Köyüne yönelirler, orada yakalanacaklarını anlayınca, tepelerin yamaçlarını takip ederek, İsmail Sivrisi denilen dağın eteklerindeki Altıpınar Köyüne varırlar. Altıpınar Köyünde de saklanacak bir ev bulamazlar. Avanos Jandarmasına defalarca yapılan ihbar ve şikâyetler nedeniyle, her yerde Rafet ile kaçırılan Cafiye aranmaktadır. Jandarmalar kaçakları bulamadıkça, çevre köy halkına baskılarını artırmaya başlar. Rafet’in dayısı ve akrabalarının ön-ayak olmaları sonucu, Sarılar Köyünde Topal lakabıyla anılan kişinin evinde belirli bir süre gizlenmeyi başarırlar.  Avanos Jandarmasının köy halkına aşırı baskı ve zorlamaları olmaktadır. Artık Sarılar Köyü de olayla çalkalanır olduğundan, genç kaçaklar buradan da uzaklaşmak zorunda kalırlar. Topal denilen adam ile akrabası Yusuf Kâhya’nın (Yusuf Kâhya o sıralarda Sarılar Köyünün de muhtarıdır.) evlerinin yan yana olmasından da faydalanıp, Kızılöz vadisinin yamaçlarında kurulu İğdelikışla ve Kuyulukışla köylerine doğru kaçmaya başlarlar. Cafiye’nin dayısı Bekir, Sarılar Köyündeki bazı tanıdıkları sayesinde gençlerin kaçış yönlerini jandarmadan önce öğrenir. Bekir, yanındaki adamları ile hemen kaçakların arkasından giderek, İğdelikışla Köyüne giden cılga ve kestirme dağ yolundaki derenin yamaçlarında onlara yetişmeyi başarır. Cafiye’nin dayısı Bekir, birkaç kez ısrarla, Rafet ve yanında bulunanlara, Cafiye’yi bırakmaları yolunda ikazlarda bulunur. Ancak Rafet, Cafiye’yi bırakmayacağını ve bu olaylardan sonra niyetlerinin cidden evlenmek olduğunu, yüksek sesle bağırarak onlara anlatmaya çalışır. Kaçak gençlerin yanında bulunan Rafet’in dayısının da, gençlerin gerçekten birbirlerini sevdiğini, niyetlerinin kötü olmadığını, evlenmek istediklerini, artık peşlerini bırakmalarının iki aile için iyi olacağını bildirmesine rağmen, karşılıklı restleşmeler olur.

Jandarmanın henüz ulaşamadığı bu ıssız dere yamacında yaşanan gergin ortamda, iki tarafta karşılıklı silahlarına davranırlar. Daha önce silahını kullanan Rafet’in dayısı, derenin karşı yamacında bulunan Cafiye’nin dayısı Bekir’i vurur. Sarılar Köyünden yapılan yönlendirmeleri ve atılan silahların seslerini takip eden jandarmalar da nihayet olay yerine gelirler. Cafiye’nin dayısı Bekir, vurulma olayının işlendiği derenin yamacında aşırı kan kaybına dayanamaz ve orada ölür. Avanos Jandarması olaya dâhil olur ve Cafiye’yi Rafet’in elinden alırlar. Rafet, Cafiye’yi kaybetmenin acısına dayanamaz ve Cafiye’nin dayısı Bekir’i, kendisinin vurduğunu söyler. Olayların başından beri yanında olan ve kendisine her türlü yardımlarda bulunan dayısını hapishaneye düşmekten kurtarır. Böylece; farkına varmadan kız kaçırma suçunun yanında, adam öldürme olayını da üstlenmiş olur. 

Bu olaya yakılan türkünün dörtlüklerine yansıtıldığı gibi jandarmalar Rafet’i, hem kız kaçırmaktan hem de adam öldürmekten dolayı tutuklarlar. Rafet’in bileklerine kelepçeyi vururlar. Bir eşeğin sırtında elleri kelepçeli Avanos’a götürürler. Cafiye Gelin Türküsü’nün destansı ve acılı başlangıcı da, asıl bu noktadan sonra başlamış olur. Yetişkin iki köylü gencinin acılara giden yolu, bu aşamadan itibaren türkünün dörtlüklerine yansıtılmaya başlanır. Dörtlüklere sığdırılamayan Rafet ile Cafiye’nin destansı öyküleri, yörede dilden dile dolaşan acıklı bir ağıt ve türkü olur. Hatta o yıllarda çevre köylerde doğan kız çocuklarının bazılarının adını bile Cafiye koyarlar. Rafet ile Cafiye’nin hikâyeleri, yöre avazına uygun ezgilenir ve bu günlere kadar anlatıla gelir. Bir ara Cafiye Gelin Türküsü, çevre ilçe hapishanelerinde mahkûmlar tarafından ağıtlar şeklinde söylenir. Çevre ilçe hapishanelerinde sıkça söylenen bu türkü, hapishane duvarlarına asılan ses cihazlarıyla (o zamanki deyimi ile hoparlörlerle) yoldan geçenlere ve halka dinletilir.

CAFİYE İLE RAFET’İN KAÇIRILMA OLAYINDAN SONRAKİ YAŞAMLARI

Cafiye: Avanos ilçesine bağlı, Köşektaş Köyü doğumlu, genç bir köylü kızıdır. Yerel anlatımlara göre; Berber diye anılan adamın güzel, alımlı ve esmer kızıdır. Köylük yerinde babasının bir kadına laf atmasından dolayı, kaderi ve talihi iyi getirmemiştir. 1934 yılındaki kaçırılma olayından sonra, yazgısı ve yaşamı tümden değişmiştir. Güzelliği, yazgılarını yenememiş ve böyle bir kadersizliğe kurban gitmiştir. Sevgilisi Rafet’in yakalanıp hapishaneye konulmasından sonra, babasının ve annesinin gözetimine verilmiştir. Yıllarca devam eden mahkemeler sürecinde, ailesinin yanında yaşamını sürdürmek zorunda kalmıştır. Kaçırılma olayı sırasında yaşanan talihsiz ölüm sebebiyle, her iki ailenin arası düzelmemiş ve Rafet ile evlenmeleri de mümkün olamamıştır. Mahkeme sonuçlanıp Rafet hüküm giyince, “kız kaçırılma” olayının gerginlikleri de azalmıştır. Mahkemeler sonuçlandıktan sonra Cafiye’yi, ailesinin rızası ile Kozaklı İlçesine bağlı Abdi Köyünden Mehmet isimli birisi ile evlendirmişler, bu evlilik sonrasında, Cafiye’nin altı çocuğu olmuştur. Anadolu’da orta halli bir ailenin eşi olarak yaşamını sürdüren Cafiye, hapisten çıkan eski sevgilisi Rafet’le bir daha görüşme imkânını bulamamıştır. Seneler ve olumsuz kader, Cafiye’yi de yıpratmış ve 1987 yılında Cafiye vefat etmiştir. Böylece Cafiye, bu dünyadaki yaşam süresini doldurup, ebediyete karışıp gider ama acıklı hikâyelerini anlatan türküleri yıllardır ağızdan ağza söylenip gelir.

Rafet ise: “Kız kaçırılma” olayından ve dayısının adam öldürmesini üstlenmesinden dolayı, önce idama mahkûm edilir. Cafiye’nin dayısı Bekir’in, daha sonradan Rafet tarafından öldürülmediği dilde dile yayılınca, mahkemece verilen bu hüküm ve mahkûmiyet çevre halkınca ağır bulunur. Rafet ile Cafiye’nin çevrede yaşanan kötü bir olaya kurban olmaları, vicdanlara sığdırılamaz. Her bir yanda, Rafet ile Cafiye’nin kadersizliğine yakılan türküler söylenir olur. Ancak Rafet’in davasını üstlenen Çopuroğlu diye anılan avukat, mahkemece verilen idam hükmüne, bir üst mahkemeye itirazda bulunur. Şöyle ki; Rafet’in annesi, ilk evliliğini Gülşehir (o zamanki yerleşim adıyla Arapsun) İlçesine bağlı Deller Köyünden bir adamla yapmıştır. Aralarında gelişen bir geçimsizlik nedeniyle evliliklerini sürdürememişlerdir. Bu yüzden Rafet’in annesi Köşektaş Köyüne dönmüş ve burada yeniden bir evlilik daha yapmıştır. Annenin ilk evliliğinden resmi boşanma işlemleri yapılmış, ancak bu boşanmaya ilişkin bildirimler iki yılı aşkın bir süre içerisinde, Köşektaş’ın o zamanlar bağlı olduğu Avanos İlçesine bildirilmemiştir. Rafet’in avukatı, bu gecikme süresini, vekili lehine kullanarak, olayın işlendiği sırada Rafet’in yaşının küçük olduğunu ileri sürer ve verilen idam cezasının düşürülmesini talep eder. Türkünün bir dörtlüğünün sonunda ifade edildiği gibi, (Kurbanlar olayım Gelin Cafiye’m, Bizim evrak Ankara’ya yazıldı) bu süre kullanılarak, Yargıtay’dan hükmün bozulması istenir. Yargıtay da, bu talebi yerinde bulur ve Rafet’e verilen idam cezası kaldırılır. Rafet, bundan sonra mahkemelerce verilen cezasını Avanos ve Kırşehir hapishanelerinde tamamlar. O sıralarda çıkartılan aflardan da yaralanıp serbest kalır. Yaşamının geri kalan kısmını, köyleri olan Köşektaş’ta ve iş bulabildiği çevre ilçelerde, çeşitli işlerde çalışarak geçirir. Genç yaşta içine düştüğü kadersizlikten kurtulup, çevrede benimsenebilecek yaşam düzeyine bir türlü ulaşamaz. Rafet de, acıklı ve dillere destan olan türkülerinde anlatıldığı gibi, türlü sefillikler içerisinde ömrünü tamamlar. 

KÖŞEKTAŞ KÖYÜNÜN GEÇMİŞİ VE COĞRAFİ KONUMU

Köşektaş Köyü halkının “Erikli” boyundan geldiği söylenmektedir. Köyün geçmişinin; 1830’lu yıllarda “Delioğlanlı” aile soyundan “Deli İbrahim”in ilk yerleşimlerinden meydana geldiği, Arapsun (Gülşehir) Tahsis Defterinde, 1872 yılında köyde 38 evin bulunduğu ve köy nüfusunun da o tarihte 900 kişiden oluştuğu kaydedilmiştir.

Köşektaş Köyü adının hikâyesi ise, yöre halkı tarafından şöyle anlatılmaktadır:  Zamanında köyden geçen kervanlar buralardaki pınarların başlarında konaklar ve hayvanlarını dinlendirirlermiş.  Kervanların konakladığı anların birinde, köyden geçen bir ermiş kişi, kervancı başlarından yardım etmeleri yolunda isteklerde bulunmuş.  Kervan sürücüleri, gezginci fakir kişinin isteklerine aldırmadan yollarına devam etmeye çalışırlarken, adı-sanı bilinmeyen ermiş gezginci, “Dilerim deveniz ve köşeği, orada kaya ve taş olur.” bedduasında bulunmuş. Ermiş gezgincinin bu söyleminden sonra, kervancının devesi ve köşeği orada yerli kayaya dönüşmüş.  Söylence odur ki; bu köy o günden bu yana, köy halkı ve çevre köylülerince  “KÖŞEKTAŞ” adıyla anılır olmuş ve köyün adı da bu olaydan sonra “Köşektaş Köyü” olarak kalmış. Bir zamanlar bu yörelerde develerin beslendiği, onların yük taşımacılığı işlerinde kullanıldığı bilinmektedir. Buralarda yerleşik halk tarafından da,  develerin yavrularına “KÖŞEK” denildiği söylenilmektedir.

Orta Anadolu’nun, başka bir deyişle “Küçük Asya”nın iç kısımlarında bulunan Köşektaş Köyü; Hırka Dağı ve Hacıbektaş İlçesinin doğusuna, Kırşehir-Kayseri yolunun hemen güneyine düşmektedir. Volkanik Hırka Dağından başlayan, Hacıbektaş- Çilehane/“Delikli Taş”tan devam eden sırta benzer tepeler sıralamasının, İsmail Sivrisi Dağına kadar uzantılarının olduğu görülmektedir. Türkünün dörtlüklerinde belirtilen Köşektaş Köyünün güneyindeki yükseltiler, bu tepeler zincirini takip ederek Sarılar Köyüne kadar varmaktadır. Bu yükseltilerin güney yamaç eğimlerinin akıntıları da; demir elementli kırmızılara boyanmış toprakları sulayarak, Kızılöz Vadisinden geçip, Kızılırmak Nehrine ulaşmaktadır. Bölge, çok eski dönemlerde oluşan volkanik bir arazi üzerindedir. Yöre, kuzey kürenin 38’inci paralelinde; bozkırın hâkim olduğu ve dört mevsimin yaşandığı coğrafi iklim özelliklerine sahiptir.  Kışın karı ve baharda yağan yağmurlarının, derelerin alt kısımlarındaki pınarlarına ve kırmızı topraklarına hayat verdiği gözlenmektedir. Kısa geçen yaz aylarından olsa gerek, buğday ekili tarlaları ile sebze-meyvelerle donatılmış bağ ve bahçelere sıkça rastlanılmaktadır. Yöre halkının geçim kaynaklarının, bu tarla ve bahçelerde yetiştirilen ürünlerle sağlandığı görülmektedir.

İç Anadolu’nun ortasında, kaderine terk edilen çevre halkı; öteden beri konar-göçer bir yaşam tarzını benimsemiş, genellikle sürüler halinde hayvancılıkla uğraşmıştır. 1960’lı yıllardan itibaren hem yurt içine hem de yurt dışına göçler vermiştir. Gurbetçilerin, dışarılardan getirdikleri emek gücüne dayalı ek kaynaklarla ekonomik ve sosyal gelişmeler sürdürülmeye çalışılmaktadır. Yöre halkının çoğunluğunun; dindar ve geleneklerine bağlı kaldığı bilinmekle birlikte, dar ve bağnaz ortamlarda kalıplarına sıkışarak, evrensel kalkınma ve gelişmeleri yakalayamadıkları görülmektedir. Bozkır çevrenin, coğrafi konumlarının getirdiği kısıtlılıklarının yanında, devletin sağladığı imkân ve kaynaklardan da yeterince faydalanılamadığı da söylenebilir.

Anadolu insanı; bu coğrafyada çeşitli geçim sıkıntıları içerisinde, hem verimsiz topraklar ve hem de birbirleri ile uğraşmaktan yorgun düşmüştür.

Rafet ile Cafiye’nin gerçek olan öyküleri, yörede, yıllardan beri yaşananlara özel bir örnek gibidir. Çevre halkının ezgileri, Cafiye Gelin Türküsü’nün (destanının) dörtlüklerine halı-kilim dokunur gibi ilmek ilmek işlenmiştir. Söz konusu türkünün içerisinde acılar vardır, çaresizlikler işlenmiştir. Daha doğrusu, sefillikler ve fakirlikler diz boyuncadır. Kötü kader diye tanımlanan iş bilmezlikler ve yol bilmezlikler, iki köylü gencinin yaşam çizgilerini olumsuz etkilemiştir. Hayatta; iki köylü gencinin birbirlerini sevmelerinden, aşk ve sevda ile birleşip, mutlu yuva kurmaklarından daha doğal ne olabilirdi! Önceleri kin ve öfkeyle başlayan “kız kaçırma” olayı, belli ki, çevre halkında acımalara, destanlaşan öykülere dönüşmüş ve yıllardan beri söylenen ve unutulamayan türkü olmuştur. Bu türkünün deyiş ve avazını bilip de, günümüzde söyleyenlerin geçmişlerini hatırlayarak hüzünlendiklerini hala görmek mümkündür. Bir başka anlatımla, Cafiye Gelin Türküsü’ndeki deyiş havaları, özlemler, seslendirme özellikleri, bir anlamda yöremiz halkının ezgili ve destansı kültürünü yansıtmaktadır.

TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

Türkünün sözleri ve dörtlüklerinin dizilişleri, yöre halkı arasında seslendirene ve söyleyene göre değişiklikler arz etmektedir. Türkü çok fazla dörtlükten oluştuğundan, herkesin bildiği dörtlükleri olayın gelişme sırasını takip etmeden yazdığı ve söylediği anlaşılmaktadır. Ancak biz, türkünün tüm dörtlüklerini harmanlayıp, “kız kaçırılma” olayındaki gelişmelerine göre yazılmasının, hem yaşanan olayı hem de ezgileri daha iyi anlatacağı kanısına vardık. Bu amaç ve düşünce ile türkünün dörtlüklerini okuyucularımıza sunmaya çalıştık. 

Köşektaş’tan çıktım tüfek dalımda        Mezarın yanında müdafaa ettik
Bekir dayın aman vermez ardımda       Köye giremedik Barak’a gittik
Tüfekler atıldı da Cafiye’m korkar         İlahi Cafiye’m ne ettim sana
Kurban olam hiç bırakma kolumda      Yoruldum dedikçe elinden tuttuk


Biz de çıktık Boztepe’nin başına            Zalim Altıpınar da misafir almaz
Kara saçı da çatma etmiş döşüne         Sarılar Köyünde hiç durmak olmaz
Cafiye’m dayanamaz kuru ayaza          Yürü Cafiye’m Avanos’a varalım
Ver elini elime Cafiye’m üşüme             Hükümet beyleri de hiç aman vermez


Köşektaş’tan çıktım tüfek dalımda       Mezarın yanında da eyledik harbi
Çok şükür Mevlaya avım yanımda       Bir elim tabancada birinde mermi
Kurbanlar olayım Cafiye’m sana          Ne olur Cafiye’m ağlayıp durma
Bu günde kalalım Sarılar dağında        Alnıyın yazısı da gördüğün görgü


Mezardan indik de yokuş aşağı            Koluma vurdular da altı okka demir
Tabancama veremedim fişeği              Hükümet beyleri de vermiyor emir
Ölürüm de vermez idim Cafiye’m        Sana diyom sana nazlı Cafiye’m
Korkak çıktı Sarılar’ın uşağı                Yiğidin alnına da yazılanlar gelir


Rafet’im de Avanos’un yolunda            Evimizin önü de arpa ekili
Demir kelepçeler bağlı kolunda            Kimler olsun Rafet’imin vekili
Üç gider de bir arkama bakarım           Kurbanlar olayım güzel Cafiye’m
Daha gönlüm bu davalı gelinde           Topuz eylemişsin çalma kekili


Kalenin başında da eyledik seyranı    Yenice bağımız da otludur otlu
Karalı geçirdik bu yıl da bayramı        Gelin Cafiye’min dilleri tatlı
Bir mektup yollayın kadanız alayım    Sana diyom sana gelin Cafiye’m
Ben de olayım Cafiye’min kurbanı      Benim yüreğim ezelden dertli


Köşektaş’ın altı da çifte pınarlar           Efendi ağam yeni geldi ıraktan
İçerler suyunu da bizi sayarlar             Sabaha kadar yatamadım meraktan
Kurbanlar olayım Cafiye’m sana          Madem gönlün yoğudu da gelin Cafiye’m
Hapise düşenleri de öldü sayarlar        Potinini niye aldın ıraftan


Sabahınan kalktım güneş doğmadan      Köşektaş’tan bindirdiler eşeğe
Gülünü topladı da soğuk almadan          Teslim ettim de tabancayı fişeği
Haydi gelin Avanos’a gidelim                 Sana diyom sana Cafiye gelin
Döğüs Berber ifadeyi vermeden            Zaten kalleş olur Sarılar’ın uşağı


Köşektaş’tan çıktım Topaklı’nın yolunda  Yeğin biter Köşektaş’ın ekini
Kelepçek de Rafet’imin kolunda               Yel değdikçe yelebiyor kekili
Dönüp dönüp geri ardına bakıyor            Sana diyom sana Cafiye gelin
Daha gözü o davalı gelinde                     Ben olayım mahkemeyin vekili


Taramış zülfünü de yıkmış kaşını           Yenice bağları da erken bozulmuş
Kim onarsın şu Rafet’imin işini               Jandarmalar da karakola dizilmiş
Mahkemede cebri götürdü deme            Kurbanlar olayım gelin Cafiye’m
Ne olur Cafiye’m yakma başımı             Bizim evrak da Ankara’ya yazılmış


Çağlayıp akar da şu Kızılırmak                Ben vurmadım Bekir Dayını
Bize haram oldu da buralarda durmak     Elimden aldırdım nazlı yârimi
Kurbanlar olayım gelin Cafiye’m              Sana diyom sana nazlı Cafiye’m
Vallahi muradım da sıtkınan almak          Mapus damlarında da sorma halimi


Acer bağımızda naneler biter                     Emmim oğlu ne belalı başımız
Turnası, kazı da yalınız öter                       Mapus damlarına kondu kuşumuz
Kurbanlar olayım gelin Cafiye’m                Cafiye’m ifadeyi verdi de gitti
Onbeş sene mapus da ne zaman biter      Gayri bir Allaha kaldı işimiz


Görünüyor da Avanos’un yolları           Evlerinin önü de büyük harımca
Dillendirdik konu komşu elleri             Avanos’ta da mahkemeye varınca
Rafet onbeş sene hapis yiyince          Oturduğum yerden kalkamaz oldum
Neye varır Cafiye’min halleri               Onbeş seneyi de ben de duyunca


Avanos’tan da Kırşehir’e kalkarım       Üç arkadaşım vardı da bir Mustafa
Evrak bozuk gelir ise çıkarım               Verin Cafiye’mi de süreyim sefa
Niye ah çekersin koca pederim            Sana derim sana gelin Cafiye’m
Bir gün olur kör ocağını yakarım          Şu kanunlar da hiç gelmiyor insafa


Uzun olur Kırşehir’in kavağı                 Yurt mu tuttun Kırşehir’in dağını
Allı vurun Cafiye’me duvağı                 Sen erittin yüreğimin bağını
Kaderim böyleymiş gelin Cafiye’m       Mapus düşeni de öldü belleme
Ne sen gelin oldun ne ben güveği        Bir gün yeşertirim gönül bağını


Kapıdan geçti de fesini eğerek              Köşektaş da Kırşehir’e aralı
Kucağında bir kızını severek                 N’ola anam ben olaydım yaralı
Garip anan çift koşmuş da sürüyor        Mapus damlarında günüm geçmiyor
Yalnız kaldım kul görgüsü diyerek         Cafiye’m ellere gelin olalı


Çifte düğme dikmiş beyaz döşüne         Açın gardiyanlar kapıyı açın
Haydi, gelin itaat et eşine                      Cafiye’m geliyor kenara geçin
Eğer başkasına gelin olursan                Ayağına giymiş ince kundura
Ölenecek kakıç kalır başına                  Bastığı yerlere sar’altın saçın


Yüksek kaymış avlusunun önünü           Mapus damlarında çektim ahu zar
Bilmeyen yok Cafiye’min ününü             Sarı saçını da ettim bergüzar
Biz birleştik de dayın ayırdı bizi              Aç pencereyi de zalim gardiyan
Cahildik düşünmedik işin sonunu           Canlarım sıkıldı değsin ürüzgar
 


Sırma saçı topuğunda sürünür            Yüce dağ başında bir kuru dikme
Aklıma düştükçe gönlüm yerinir          Seviyom Cafiye’m boynunu bükme
Çağırma türküsünü Şerif Bibisi           Benden vasiyet olsun sen suya gitme
Duyarsa Cafiye’m bizlere darılır.         Helkeler de Cafiye’min kollarına dar gelir


Yüce dağ başında da ardıç ağacı           Ne yüksek imiş Cafiye’m sizin avlunuz
Ben derdime de bulamadım ilacı           Böyle miydi de sizin ile kavlimiz
Zalim baban seni bana vermiyor           Söz verdin de gelin mi oldun ellere
Sen bana kardeş de ben sana bacı       Benim ile küs geziyor oğlunuz

Araştırmalarımıza göre türkü, Köşektaş ve çevre köylerinde öteden beri sevilerek söylenmiştir. Herkes bu türküyü söylemiş, ayrıca sesi güzel olanlara özellikle bu türküyü söyletmişlerdir. Ancak, bu türküyü ilk söyleyenin kim olduğu, araştırmalarımıza konu olan hiçbir kaynakta gösterilmemiştir. Bir anlamda Cafiye’m Türküsü anonim olarak dillerde ve seslerde dolaşır olmuştur.

Kaynak kişilerden Yeşilöz Köyünden Mustafa Güneş’in anlatımlarına göre, türkünün ilk olarak bir kadın tarafından söylendiği rivayet olunmaktadır.  Türkünün son dörtlüklerinde “Çağırma türküsünü Şerif Bibisi” denilse de, bilinen o ki; Şerif adındaki kadının yine sesinin güzel olmasından olsa gerek, türküyü uygun ortamlarda sıkça söylediği anlaşılmaktadır. Türkünün bir kadın tarafından ilk defa söylendiği yönündeki sözler de, yine “Şerif Bibi” denilen kadını işaret eder nitelikte görülmemektedir.

Kaynak Kişiler: Mustafa CEYHAN, Nevşehir-Hacıbektaş İlçesi, Köşektaş Köyü, 1931 Doğumlu.
Latife TANDOĞAN, Nevşehir-Hacıbektaş İlçesi, Köşektaş Köyü, 1923 Doğumlu, Okuryazar değil.
Mustafa GÜNEŞ, Nevşehir-Gülşehir İlçesi, Yeşilöz Köyü, 1927 Doğumlu.



Bu yazı 1037 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI